Laiklik ve eğitim (II)

R. T. Erdoğan’ın tanımladığı gibi, laik devlet her dine eşit mesafede olan devlet ise, laik eğitim de, en yalın haliyle her dine eşit mesafede olan ve eğitim-öğretim süreçlerini bir inanca dayandırmayan eğitim olmaktadır. Eğitim sisteminde dini öğretime yer verildiğinde, toplumda var olan diğer inançlar yok sayıldığı gibi, diğer inanç sahiplerinin inançlarını öğrenme hakkı da yok sayılmaktadır.

AKP’nin eğitim bakanlığı, 2005-06 öğretim yılında hazırladığı öğretmen el kitaplarında, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine, öğrencilerine belirli soruları sormayı önermiştir. Önerilen sorular içinde örneğin, “Kuran-ı Kerim’in diğer kitaplardan üstünlükleri nelerdir? Peygamberimiz neden peygamberlerin en büyüğüdür?” gibi sorular vardır. Bu sorular, bakanlığın Müslümanların kutsal kitabını ve peygamberini, resmen diğer kutsal kitaplardan ve peygamberlerden üstün gördüğünün bir kanıtıdır. Bu tür sorularla devlet çocuklara diğer inançlara saygılı olmayı değil de, diğer inançları küçümsemeyi öğretmeye yeltenmiş olmaktadır. Bu sorularla yetiştirilecek öğrencinin, diğer inançlara, kutsal kitaplara ve peygamberlere saygı duyması, onları eşdeğerde görmesi kolay değildir. Oysa içinde bulunduğumuz çağ, herhangi bir ırkın diğer ırklardan ve herhangi bir inancın da diğer inançlardan üstün olmadığı anlayışının canı yürekten benimsendiği bir çağdır. Bu tür değerler de ancak laik eğitimle kazanılan/kazandırılan değerlerdir.

Din derslerinde işlenen konular, geçmişten günümüze aktarılan- nakli- değişmez bilgilerden oluşmaktadır. Bu bilgiler genelde, sorgulanamamakta, tartışılamamakta, araştırılamamakta, eleştirilememekte, denenememekte, karşı çıkılamamakta ve yenilenememektedir. Belirli bir kesime yönelik olan din dersleri, öğrencinin tüm yönüyle gelişmesine yönelik olamayıp öğrenciyi belirli inanç doğrultusunda koşullandırmaktadır. Dini öğretimden geçen öğrencinin, o inanç dışındaki anlayışları ve inançlar ile laiklik, eşitlik, bilimsellik ve insan hakları gibi tarihsel süreçte üretilmiş ve benimsenmiş evrensel değerleri kabullenmesi zor olmaktadır. Oysa laik eğitim, belirli bir kesim için değil, cinsiyeti, ırkı, milliyeti, inancı ne olursa olsun dünyadaki herkes için geçerli olan bilimsel bilgilerin işlendiği bir süreçtir. Laik eğitimde işlenen bilgiler genelde, sorgulanabilir, tartışılabilir, araştırılabilir, eleştirilebilir, denenebilir, karşı çıkılıp yenilenebilir bilgilerdir. Laik eğitimde işlenen bilgiler, devinimsel, bilişsel ve duyuşsal gelişimlerle çocuğun özgürleşmesine yardımcı olacak bilgilerdir. Laik eğitimin bu özelliği, öğrencinin tüm yeteneklerini keşfedip geliştirebilmesini sağlamaktadır.

Dini öğretimde yalnız bir inancın öğretimine yer verilirken, ancak laik eğitimde her inanç sahibi kendi inancını öğrenme olanağı bulabilmektedir. Dini öğretimde, kişinin öğretilen inanç doğrultusunda hareket etmesi beklenirken, laik eğitimde kişinin laik düzende üretilen yasalara göre hareket etmesi beklenmektedir. Dini öğretimde, öğretilen inanç öncelenip yüceltilirken, laik eğitimde, hiçbir inanç yüceltilmediği gibi inançsızlık da yerilmemektedir (laik bir ülke olan Türkiye’de bu söylenenlerin olmaması, ülkenin gerçek anlamda laik bir ülke olmamasından kaynaklanmaktadır).

Bin küsur yıldır insanlar, aile içinde öğrendikleri dini bilgilerle inanç sahibi olup yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Aile içinde öğrenilen inanç bilgileri, kişinin dindar olmasına da, sevabı-günahı öğrenmesine de, dininin kurallarını bilmesine de, iyi ana-baba-insan olmasına da yeterli olmuştur. Binlerce yıl insana yeterli olan bu bilgiler, tabii ki günümüzde de yeterlidir. Bunu ötesindeki dini bilgiler, doğal koşullarda, din adamı olacaklarla din konusunda özel ilgisi olanlar için geçerli olacak bir durumdur.

Din adamı yetiştirmek ya da özel ilgisi olanların dinini daha fazla öğrenme gereksinimini karşılamak için laik eğitimde yapılacak iş, inanç topluluklarına zorunlu öğretim sonrasında kendi inançlarını öğretme ve kendi din adamlarını yükseköğretimde yetiştirme olanağını sağlamaktır. Bu arada laik eğitimin zorunlu öğretim döneminde yapılabilecek olan ise, tarihsel süreç içinde inançların ve inançsızlığın gelişimini, herhangi birini öncelemeden ya da aşağılamadan irdeleyecek seçmeli ders açmaktır.

Ancak inançlar konusunda dünyada yaşananlara bakıldığında, küresel sömürgenlerin katkılarıyla dinini öğrenme olayının olağan durumun ötesine taşındığı görülmektedir. ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye dini öğretimi önerdiği gibi, 1960’larda bağımsızlık hareketlerinin artması üzerine Sovyetler Birliğinin etkisini önlemek için “yeşil kuşak” uygulamasını başlatmıştır. 1980 sonrasının piyasacı küresel güçleri de, sömürülerini kolaylaştırmak için toplumların dincileşmesini desteklemişlerdir. Bu süreçte, Müslüman Kardeşler, Hamas, Taliban ve El-Kaide gibi fanatik dinci gruplar oluşturulup özgürlük savaşçıları denerek desteklenmiş, pek çok laik Müslüman ülkenin şeriat düzenine geçmesi sağlanmıştır. Günümüzün canlı örneği ise, IŞİD’tir. Laiklik karşıtlığı ve dini öğretime verilen ağırlık, bireyin özgürleşmesini engelleyerek küresel sömürgenlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.

Küresel güçlerin taşeronluğuna soyunanlar, neden “İlla dini öğretim” diye tutturmaktadır? Amaç belli değil mi?

[email protected]