Köy enstitüleri

Dört gün sonra 17 Nisan, 1940’da, köy enstitülerinin açıldığı gün; o yıllarda ve koşullarda hizmet veren enstitülerin yararına inananlarla onlardan çekinenlerin değişik duygular yaşadığı yıldönümü. Köy enstitüleri, beş yıllık ilkokul mezunu köy çocuklarını, 5 yılda, yaparak, yaşayarak ve iş içinde eğitimle köy ilkokullarına öğretmen yetiştiren kurumlar. Kızlarla erkeklerin bir arada öğrenim görmesinden, bugün bile korkanlar; teslimiyetçi ve anamalcı/küreselleşmeci olanlar; halkçı olamayanlar, insanın özgür yurttaş olmasına dayanamayanlar, enstitülerden Anadolu öğretmen lisesine dönüşmüş okullarda, öğrencilere, enstitülerin sakıncalı yerler olduğunu söylerler. Enstitüleri sakıncalı görenler, (1998’de yapıldığı gibi) eğitim tarihi dersini öğretmenlik programlarından çıkararak, öğretmen adaylarının köy enstitülerinden bihaber olmalarını isterler.

Neyin daha ağır ya da uzun olduğunu, gerekli ölçüleri kullanarak ve kolayca belirleyebiliriz, kimse de itiraz edemez. Öğretmen yetiştirme konusuna ve eğitim tarihimize damgasını vuran köy enstitülerini değerlendirirken, metre ve kilo gibi nesnel ölçü birimleri yoktur. Bu nedenle, 67 yıl öncesinin bu oluşumunu bugün değerlendirenler, genelde kendi dünya görüşlerine göre tutum takınırlar. Bizim yapabileceğimiz, genel kabul görmüş ve aranan bazı özelliklere göre enstitüleri değerlendirmeye çalışmaktır. 

Bir özellik, enstitülerin özgünlük niteliği olabilir. Enstitüleri yaşama geçirenler, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile bakan Hasan Ali Yücel’dir. Tonguç, öğretmen olarak yetişmiştir, daha sonra Almanya’da öğrenim görmüş ve batının eğitimcilerinden pek çok şey öğrenmiştir; ülkesini ve insanını iyi tanımaktadır; Canlandırılacak Köy gibi pek çok kitabın yazarıdır; 1936’dan beri köye öğretmen yetiştirilmesi arayışı içindedir. Yücel de, öğretmendir; felsefe ve mantık gibi ders kitapları vardır; Fransa’ya incelemelerde bulunmak üzere gönderilmiştir; bu konuda yazıları vardır; müfettişliğinde Türkiye’yi karış karış dolaşmıştır; Ortaöğretim Genel Müdürü olarak sorunları bilir, çözümler üzerine yıllarını vermiştir. Bu ikilinin dünyadaki bilgi birikimiyle kendi bilgi ve deneyimlerinden esinlenerek hazırladıkları köy enstitüsü modeli, bir yasayla yürürlüğe girmiştir. 1997 yılında, enstitülerden 50 yıl kadar sonra, şimdiki öğretmen yetiştirme sistemimiz gibi, Dünya Bankası uzmanlarının öncülüğünde hazırlanmamıştır ve üç beş kişilik YÖK kararıyla yürürlüğe girmemiştir. 2002 yılında, bize “bulunmaz Hint kumaşı” olarak yutturulan yeni ilköğretim programı gibi, AB’nin/ABD’nin istediği ve gönderdiği, yalnız bakan ile onun (neredeyse) emir erlerinin onayıyla yürürlüğe giren bir program da değildir. 

Bir başka hareket noktası, enstitülerin amaçları ile yaptıklarının karşılaştırılmasıdır. O yılların sayılı toprak ağalarında Emin Sazak, mecliste, köylere verilmiş olan köy enstitüsü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettikleri için şikayetçidir. Yücel’in yanıtı şöyledir: “Biz çocukları sizin kabul ettiğiniz kanunlarda yazılı ne varsa onları yapmak üzere yetiştiriyoruz… Emin Sazak arkadaşımın oturduğu yerde içini çekmeğe hakkı vardır. Çünkü ilköğretim davası milletlerin rüştünü ispat etme davasıdır. İlköğretim davası feodal sistemle kendisini idare etmek isteyenlerin samimi olarak istemeyeceği bir davadır”. Gerçekten de, enstitüler, yasal amaçlarına göre hizmet veren sayılı kurumlarımızdan biridir. Bu amaçların gerçekleşmesinden rahatsız olup, enstitüler konusunda geri adım atıp sonunda kapayan meclisler, ağaların, eşrafın ABD’ye yanaşmaya hazır olanların meclisidir.    

Bir başka değerlendirme, var olan gereksinimler ve bu gereksinimlerin karşılanıp karşılanmadığı üzerine yapılabilir. 1940’ların Türkiye’si yoksuldur, 35 bin okulsuz köy vardır, öğretmen köye gitmemektedir. Köy enstitüleri, 15 yılda bu sorunu çözebilecek şekilde planlanmış bir uygulamadır. Enstitüler, o yılların yerel ve evrensel koşulları içinde, eğitim ve kültür dahil topyekun kalkınma hedefinin bir parçası olarak gündeme gelmiştir. O yıllarda, köyler için enstitüler; sanayinin biraz var olduğu yörelerde, sanat okulları; eğitsel ve kültürel olarak gelişmiş kentlerde, İstanbul Teknik ve Ankara üniversiteleri açılmıştır. 

Bir diğer ölçüt, eğitsel olarak enstitülerde neler olduğudur. Köy çocuklarının, enstitülerde gösterdikleri değişim, bugünkü değerlerle ve koşullarda bile (hele, 2000’lerin eğitim fakültelerinde, öğrencilerimize 4 yılda ne kazandırdığımıza bakarak) parmak ısırtacak niteliktedir. Öğrenciler, öğretmenlik bilgisi yanında, köy yaşamında geçerli olacak temel beceriler kazanmışlardır. Güzel sanat dallarıyla ilgilenmeye, okumaya, düşünmeye, eleştirmeye, hakkını aramaya ve korumaya, örgütlenerek düşündüklerini yapmaya başlamışlardır. Bloom’un 1950 sonlarında kuramsallaştırdığı, bilişsel-duyuşsal-devinimsel öğrenme, 1940’ların köy enstitülerinde belirli oranlarda gerçekleştirilmiştir. 

Belki de enstitülerin en önemli yanı, Paulo Frerie’nin 1960’ların sonlarında yazdığı Ezilenlerin Pedagojisi kitabında işlediği konuyla ilgilidir. Frerie, her ülkede ezenlerle ezilenlerin bulunduğunu belirtmekte ve ezilenler içinde kurtuluşu ezenler sınıfına geçmekte bulanları eleştirmektedir. Enstitü mezunları, ezilenler sınıfından (köyden) gelip, yaşamları boyunca, ezilenler için çalışan, ezenler sınıfına geçmeyen ve (kendi çapında) ezenlere karşı duran insanlardır. Ezilenlerin, sömürülenlerin, teslim olmayanların ve emekçilerin başkaldırısıdır. Enstitülüler, solcu oldukları için askerde çavuş çıkarılmışlar ve ezilenlerin yanında oldukları için sürülmüşlerdir. Sürüldükçe bileylenip örgütlenmişler, önce dernek kurmuşlar, sonra da “Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) kurulmasında, TÖS kapanınca TÖBDER’in oluşumunda, TÖBDER kapanınca bir başka örgütlenmede öncü olmuşlardır. 

Köy enstitülüler, arkadaşları T. Aydoğan’ın 1945’te sorduğu, “Şu benzi güz elması renkli/ Lacivert ceketli sevimli çocuk/ Neden böyle de/ Şu saz benizli/ Yalın ayak, başıkabak çocuk/ Öyle değil?/ Nedendir ey ağacım/ dalının biri sarı, biri yeşil/ Biri kurur, biri büyür/ Biri ağlar, biri güler/ Nedendir” sorusu gibi sorular soranlardır. Enstitü mezunlarının bu tür sorular sormaları, olaylara eleştirel yaklaşmaları ve haksızlıklara karşı çıkmaları nedeniyle, ABD ile canciğer olabilmemiz için kapatılmışlardır. Enstitüler yerine imam hatiplerin ve yabancı dille öğretim yapacak olan Maarif Kolejlerinin (Anadolu liselerinin) açılması boşuna değildir.