Kin ve nefret

İnsan, doğası gereği kolaylıkla kin ve nefret duygularıyla dolabiliyor. Tarihsel gerçekler, insanın kendisine, ailesine ya da parçası olduğu topluluğa karşı işlenen vahşetler karşısında duyduğu kini ve vahşeti, yine doğası gereği, belirli bir süre sonra gündemden çıkardığı ya da kalbinin derinliklerine gömdüğü biliniyor. Bunun örneklerini görmek için Anadolu insanının Osmanlıda ve cumhuriyet döneminde yaşadıklarına bakmak yetiyor.

Kimileri bilişsel ve duyuşsal gelişimi sonunda kimileri de kişiliklerinin doğası gereği gerçekleri anladıklarında ve vicdanlarının sesine kulak verdiklerinde, kolaylıkla başkalarını anlayabiliyorlar, hoş görebiliyorlar ve kinlenip nefret duydukları durumları yaratanları bile affedebiliyorlar. Bu kişiler, kişilik haklarına doğrudan yapılan saldırılardan kaynaklanan kin ve nefretten çabuk kurtulabiliyor, hatta olayların vahametinden bağımsız olarak kin ve nefret duymama erdemini bile gösterebiliyorlar. Örneğin "Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı bildiriye imza atan Doç. Dr. Ulaş Bayraktar gibi davranabilenler, bir OHAL KHK’sı ile haksız yere görevine son verilse bile, hak, hukuk ve insanlık mücadelesine devam ederken, “Gerçekten kızgın değilim, öfke duymuyorum” diyebiliyor ve “Öfkemi, nefretimi kazanamayacaksınız” diye haykırabiliyor.

Ancak herhangi bir nedenle kindar ya da içi nefretle dolu olanların bir bölümü, kininin ve nefretinin nedenlerini sağlıklı bir biçimde değerlendiremiyor, bu duygularını engelleyemiyor. Kinini ve nefretini yeniden üretebiliyor. Hatta başkalarının da kinlenmesini ve nefret etmesini isteyebiliyor. Kin ve nefretini kontrol edemeyip intikam almaya kalkanlar, ilelebet kindarlıklarının ve nefretlerinin esiri oluyor.  

Bu arada, kişisel, ailevi ya da topluluk mağduriyete dayanmayıp gerçeklerle pek bağdaşmayan, akıllı ve sağlıklı bir şekilde irdelenmeyen olay ve olgulardan kaynaklanan kindarlık ve nefretin daha da kalıcı olduğu görülüyor. Bu tür kaynağı kişisel mağduriyetlere dayanmayan kin ve nefret bir kişinin değil, o olgu ve olaylara bir şekilde inanan ve inandırılan ya da o konuya kendini kaptıran hemen herkeste var olabiliyor.  

Örneğin Osmanlı, padişahlık, Osmanlıca ve halifelik konularında sağlıklı olmayan öğretilerle gerçeklere ve çağdaş değerlere yabancılaştırılmış olanların, Osmanlı imparatorluğuna, padişahlığa, Osmanlıcaya ve hilafete son verilmesiyle ilgili olarak kin ve nefret besledikleri görülüyor. Bu konulardaki kin ve nefret duyguları, ülkemizde ilginç ve ilginç olduğu kadar hazin bir durum yaratıyor. Osmanlının yanlış ya da haksız tasarrufları nedeniyle ataları değişik şekillerde mağdur olmuş olan günümüzün cumhuriyet yurttaşları içinde, Osmanlıya karşı kin ve nefretle dolu olanlar (istisnalar dışında) pek bulunmuyor. Ayrıca bu kesimler bu konuyla ilgili kin ve nefret üretme çabası içine de girmiyor. Ancak genelde kişisel olarak dedesinin saltanatına, padişahlığına ya da halifeliğine son verilmiş torunların duymadığı kin ve nefreti, Osmanlı zamanında hiç yaşamamış cumhuriyet çocuklarının duyduğu görülüyor. Ayrıca Osmanlı, padişah, Osmanlıca, hilafet gibi konuların, ülkemizde kin ve nefretin kaynağı olarak yeniden yeniden üretildiğine de tanık olunuyor. Oysa kişi kin ve nefret üreten bu konularda gerçeklere ve içinde bulunduğu çağa yabancılaşmamış ya da yabancılaştırılmamış olsa, kin ve nefret üretimi son bulacak.  

Her ne sebeple olursa olsun kindar ve içi nefretle dolu olanlar, kendileri gibi düşünmeyenleri düşman biliyor, yok etmeye, ezmeye ya da sindirmeye kalkıyor, onları dışlıyor. Bir yolunu bulup kinini ve nefretini yeniden gündeme getiriyor. Bir bahane olmasa da, bahaneyi kendi yaratıyor. Kinini ve nefretini paylaşanların dışında kalanlarla dost olamıyor, onları kucaklayamıyor. Kin ve nefretten kurtulmadan yaşamın tadı çıkmıyor; bir türlü iç huzura kavuşamıyor; yaşamı hem kendine dar ediyor hem de kin ve nefret duyduklarına.

[email protected]