Kenan Evren!

Evren öldü gitti ama bu topluma yaşattığı acılar, gerçekleştirdiği anti-demokratik, piyasacı ve gerici uygulamalar ile alt yapısını hazırladığı zihniyet ve bu zihniyetin taşıyıcısı AKP hâlâ devam ediyor.

Genelkurmay Başkanı Evren’in 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında,  ABD yetkililerinin, “Bizim oğlanlar başardı” demesi zaten darbenin ne anlama geldiğini açıklıyor. Evren’in, Pakistan’daki laik rejimi devirip Başbakan Butto’yu asan Genelkurmay Başkanı Ziya-ül Hak’a, “Kardeşim!” demesi de bir başka açıklayıcı nokta oluyor. Yalnız eğitim alanında gerçekleştirdikleri bile darbenin/Evrenin yaptığı kötülüklerin niteliğini ve anlamını göstermeye yetiyor.

Evren, geçenlerde AİHM’nin zorunlu olamayacağına karar verdiği din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinin zorunlu olmasını sağlıyor. Kendisinin, emrindeki 12 Eylül darbe hükümetinin ve Üniversitelerarası kurulun yedişer, Genelkurmay’ın da bir üye atayacağı YÖK’ü kuruyor. YÖK üyelerinden birini, kendisi YÖK başkanı olarak seçiyor; binlerce olası aday arasından, bula bula İhsan Doğramacıyı YÖK Başkanı yapıyor. YÖK’ün her üniversite için göstereceği dört adaydan birini, kendisi rektör olarak seçip atıyor. Kendisinin atadığı rektörlerin hemen hepsi, Türk-İslam sentezci kişilerden oluşuyor. Bu yöntemin günümüzde de Cumhurbaşkanları tarafından devam ettirimesini sağlıyor.

1983 yılında, imam hatip mezunlarına, harp okulları dışında kalan yükseköğretim kurumlarına geçme hakkı veriliyor. O tarihe kadar imam hatiplerde okuyanlar ağırlıklı olarak din adamı olurken, 1983’ten sonra imam hatipli öğretmenlerimiz, doktorlarımız, hakimlerimiz, savcılarımız... olmaya başlıyor. İmam hatipler, Erbakan’ın 1996’daki deyişiyle, “Refah Partisi’nin arka bahçesine” ve 4+4+4 yasası sonrasında da, AKP’nin ön bahçesine dönüşüyor.

Birer dernek niteliğinde ve genellikle laik ve bilimsel kişilerin yönetiminde olan Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu kapatılarak, devletin atayacağı kişilerden oluşacak Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu’na dönüştürülüyor. Bu kurula da, genelde Türk-İslam sentezciler atanıyor. Üniversitelerde, Türkçe ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi gibi iki ders, zorunlu ders yapılırken, bazı kitaplar ve Türkçe sözcüklerin kullanımı yasaklanıyor. Üniversitelerde “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü” oluşturulup, buralara da muhazakar kişiler atanıyor.

Evren, kız öğrencilerin örtünmesine sözde karşı çıkıyor; hemen arkasından imam hatiplerde kızlar türban ve hatta çarşafa kapanıyor; üniversitede türban sorunu süreci başlıyor.

Dünyada UNESCO aracılığıyla 1950’lerde gündeme gelen temel eğitim kavramı, 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile eğitim mevzuatına giriyor; 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime, temel eğitim deniyor. Temel eğitim ifadesi, 1983 yılında çıkarılan bir yasayla değiştirilip yerine ilköğretim söcüğü getiriliyor. Bu değişiklik, 8 yıllık okul sürecinde, eğitim yerine öğretime ağırlık verileceğini gösteriyor. Eğitim, kısaca, çocuğun her yönüyle gelişmesi, özgürleşip kendini gerçekleştirmesi anlamına gelirken, öğretim, çocuğun devletin isteği doğrultusunda öğretilerden geçeceği anlamına geliyor. Öğrenci, eğitim-öğretim sürecinin öznesi olmaktan çıkıyor, devletin öğretileri öne çıkıyor. Bu bağlamda ilk öğretilerin başında, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler dahil herkese zorunlu öğretilen Sünni-Hanefi anlayışındaki DKAB dersi geliyor.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), 1979 tarihli dördüncü beş yıllık kalkınma planında örneğin, “Yükseköğretime geçişte paralı eğitim görme, kurslara katılma, baba mesleği ve gelir, başarı sağlayıcı etkenlerdir” (s.149) ve “sosyal adaleti, toplumsal ve ekonomik gelişmeyi sağlamada etken bir araç olması gereken eğitim, bu işlevi kendi dışındaki sınırlamalar ve sistemin iç yapısından doğan sınırlamalar nedeniyle yeterince yerine getirememektedir” (s.433) türünden görüşlere yer veriyor. 12 Eylül darbesinin yeniden yapılandırdığı DPT ise, örneğin DPT Özel İhtisas Komisyonunun 1983 yılında hazırladığı “Milli Kültür” raporu ile kimlik değiştirmiş olduğunu gösteriyor. Bu raporda,  “bu durumda din, kültürün özü, kültür de dinin formu olmaktadır … “Ancak, böyle bir kültürle, iyimser, itaatli, ümitli ve akılcı bir nesil yetiştirmek mümkün olabilir” deniyor. “Türk-İslam sentezi, din-devleti; millet, din cemaati; milli kültür, İslam kültürü; milliyet, İslamiyet; milliyetçilik, İslamcılık; Türk milleti, yüzde 99’u Müslüman olan Türkler; laiklik, din düşmanlığı; bilim de Kur’an’daki bilgiler olarak kullanılmaktadır” vurgusu yapılıyor. Bu rapora göre, “dinsiz ilim felaket” oluyor! 1983’ten itibaren okullardaki öğretilerle kültürel yaşamın temelini bu zihniyet oluşturuyor.

12 Eylül darbesinin/Evren’in yeşerttiği bu zihniyet, Türk-İslam yerine piyasacı-İslam dönüşümüyle kararıp koyulaşarak günümüzde de devam ediyor.

Bu zihniyet meyvelerini(!) veriyor: 1970’lerin sonlarında sevgiden sonra bağımsızlığa/ özgürlüğe değer veren gençliğin yerini, 2000’de, sevgiden sonra paraya değer veren gençlik alıyor! Paraya değer veren gençlerin şimdiki hedefi, geri dönmemek üzere “Türkiye dışına kapağı atmak” oluyor! 1950, 1960 ve 1970’lerde çağdaş değerlere ve bilimsel anlayışa sahip gençlerin yerine, 2000’lerde cinlere perilere inanan gençler geliyor. Gençlerdeki anlayış değişikliği devam ediyor: 2011’de, örneğin kadınların mayoyla denize girmesi günah diyenlerle evrim kuramını benimsemeyenler artıyor; AKP’nin 2011’den itibaren eğitimde gerçekleştirdiği dönüşümlerden sonrasında ise, bu anlayışın evrileceği nokta, kardeşçe, barış içinde ve insan haklarına saygılı yaşama derdinde olanları kaygılandırıyor.  

Bu zihniyetin günümüzdeki taşıyıcıları, çeşitli nedenlerle imam hatiplere karşı çıkanlara, “bölücü”;  laik ve bilimsel eğitimi savunanlara da, “İslam düşmanı” damgasını vurabiliyor.

12 Eylül darbesinin/Evren’in, ülkedeki kardeş kavgasını önlediğini sanıp sevinenler, bugün, kardeş kavgasına neden olabilecek zihniyetin temelinin o günlerde atıldığını görmeleri gerekiyor.

[email protected]