IMF ve DB’ye hayır!

“IMF ve DB’ye hayır” demek, ABD’nin (ve de AB’nin) başını çektiği anamalcı düzene ve anamalcı küreselleşmeye karşı gelmek anlamına geliyor. İnsanın ve doğanın sömürülmesine hayır herkesin insanca yaşamasına evet demek oluyor. Çünkü anamalcı küresel güçler, ortaçağda yarattığı karanlığın bir benzerini yeniden üretiyor yoksul ve gelişmekte olan ülkeleri olduğu gibi kendi emekçilerini de sömürü kıskacına alıyor. Küresel sömürüyü kolaylaştırmak için, IMF ve DB gibi kuruluşları kullanıyor, insanları bilinçsizleştirecek ya da bencilleştirecek yollar bularak onları bir başka karanlığın içine sokuyor.

Küresel güçler çok acımasız oluyor. İnsanı ve doğayı sömürmek için her şeyi göze alıyor. İnsanları birbirine düşürüyor etnik ve kültürel ayrımcılığı körüklüyor dünyanın hemen her yerinde insanları birbirleriyle savaştırıyor. Silah satışlarından elde ettikleri gelir iktisadi güçlerinin bir göstergesi oluyor. Gerekirse, geçmişte örneğin 1960’ların başında Endonezya’da bir milyona yakın solcu insanı öldürdükleri gibi günümüzde de bir milyona yakın Iraklının öldürülmesine yol açarken tarihsel mirası da yok ediyor, aydınları da, doğayı da Şiiler ile Sünnileri de birbirine düşürüyor, Kürtler ile Türkmenleri de.

Dünyadaki iklim değişikliğine, ormanların yok olmasına, buzulların erimesine ve sel felaketlerine, doğal dengeyi bozan anamalcı küresel sömürünün neden olduğu biliniyor.

Küresel sömürgenler, örneğin üç kuruşluk kazanç için tarihsel, kültürel, turistik ve doğal çevre zenginliği açısından dünyanın en değerli bir bölgesini, Kaz Dağları’nı yok etmeye kalkışıyor.

Yoksul ve/ya da gelişme çabası içindeki ülkelerin parasal gereksinimini kredi vererek karşılayan IMF, giderek bu ülkeleri kendisine bağımlı hale getiriyor. O ülke, IMF ve DB ile ilişkilerini yoğunlaştırdıkça tüketim toplumuna dönüşüyor. Tüketim toplumlarının parasal gereksinimleri artıyor ve buna bağlı olarak IMF’den alınan kredi de çoğalıyor. Gün geliyor, IMF’nin verdiği kredi, ülkenin aldığı kredinin borcunu bile karşılayamıyor. Ülkeyi bu duruma getiren IMF ve DB’nin istek ve önerileri, hızlanıp çeşitlenerek artıyor.

KİT’ler, bu kuruluşların önerisi doğrultusunda yok pahasına satılıyor. Madenler, bu kuruluşların önerisi doğrultusunda yabancılara peşkeş çekiliyor.

Bu kuruluşların önerisi doğrultusunda, pancar ve tütün gibi tarımsal üretim alanları daraltılıyor eğitim ve sağlık hizmetleri özelleştiriliyor devlet toplumsal hizmetlerden elini çekiyor, bu hizmetler çok daha pahalıya özel sektör tarafından karşılanıyor.

Bunların önerisi doğrultusunda, asgari ücret açlık sınırının altında tutuluyor, maaş artışları enflasyonun gerisinde kalıyor.

Bunların önerisi doğrultusunda, okullardaki kimi hizmetler taşeronlara veriliyor çalışanların emekli hakları tırpanlanıyor ve sendikal haklarının tırpanlanmasının yolları aranıyor işsizlik körüklenip daha ucuz işgücü üretiliyor.

Sözleşmeli personel/öğretmen alınması da, esnek istihdam da bu kuruluşların önerisiyle başlıyor ve yaygınlaşıyor.

IMF ve DB başta ABD olmak üzere küresel güçlerin elinde. Bu kuruluşların başkanlığına genellikle bir Amerikalı getiriliyor. Akıl ve izan sahibi kişiler, ABD güdümünde ve Amerikalı başkanları olan bu kuruluşların temelde ABD’nin ve küresel güçlerin çıkarlarını koruduğunu, yoksul ülkelerin aleyhine çalıştığını kolayca görüyor. Bu kuruluşların yukarıda kısaca ve bir bölümüne değinilen uygulamalarına bakanlar da aynı sonuca ulaşıyor.

Ancak sömüren ve sömürülen ülkelerde bu gerçeklerden habersiz olan, haberdar olduğu halde sömürüye ses çıkarmayan ya da sömürüye yardımcı olan yüz milyonlarca insan bulunuyor. Örneğin Amerikalılar, Irak vahşetini yaratan Bush’u yeniden seçiyor sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesine karşı çıkıyor!

Türkiye’de de benzer bir durum yaşanıyor. ABD karşıtlığının en üst düzeyde olduğu bu ülkede bile, ABD’nin ve küresel güçlerin uydusu durumunda olan siyasal partiler genel seçimlerde en çok oyu alıyor. Bu durum, anamalcı sömürünün en can alıcı tahribatını gözler önüne seriyor: İnsanların bilinçsizleştirilip bencilleştirildiğini gösteriyor.

İnsanların bilinçsizleştirilmesi ve bencilleştirilmesi okul içi eğitim ile yaygın eğitim yoluyla oluyor. Okullardaki ezberci öğretim okuma, düşünme, araştırma ve eleştirme alışkanlığı kazandırmayan eğitim ve dini öğretim ile televizyon ve gazetelerin çoğunda yapılan yorumlar (yaygın eğitim) insanı bilinçsizleştirip bencilleştiriyor. Dini öğretimden geçenler, bir yandan her türlü sömürüyü Allah’tan/kader olarak karşılıyor öte yandan, yaşam içindeki sömürülere karşı çıkmaktansa öbür dünyayı güvence altına almanın bencilliğine kapılıyor. Girişimci öğretimden geçenler daha işin başında bencilleşip köşe dönmeci oluyor. Son yıllarda ortaöğretimden geçenlerin (nasıl oluyorsa) Osmanlı hayranı olmaları da, onların Türkiye’nin küresel sömürgenlerin dümen suyunda gitmesini benimsemelerini kolaylaştırıyor.

İnsan olmak, kısaca, insanın özgürleşip insanlığını koruması, insan emeğinin hak ettiği değeri bulması, doğal dengenin korunması ve insanın insanca yaşaması anlamına geliyor.

İnsan olmanın yolu, anamalcı düzene de, bu düzenin temsilcileri olan ABD ve AB’ye de, bunların IMF ve DB gibi taşeron kuruluşlarına da, AKP ve de benzeri iktidarlara da, “HAYIR” demekten geçiyor.

[email protected]