İlhan Selçuk

Lise ikide mi üçte mi ne, 1950 sonlarında (nedense) Yeni Sabah gazetesi okumaya başladığımı anımsıyorum. 27 Mayıs devrimi sonrasında Yeni Sabah yetmemeye başlayınca, “Niye yetmiyordu?” diye sormayın, Milliyet almaya başlamıştım. Daha sonra da Milliyet’i bırakıp yeni arayışlara girdiğim günlerde Cumhuriyet gazetesi ile Yön dergisi okuru olmuştum. Cumhuriyet gazetesi ve Yön dergisini seçmemin temel nedenlerinden biri, İlhan Selçuk’un yazılarıydı. Yön’deki diğer değerli yazarlarla Nazım Hikmet’in şiirleriyle ilk kez bu dergide karşılaşmış olmamın da bu seçimde etkisi olmuştu tabii.

12 Eylül 1980 sonrası gençliği için bir şey diyemesem de, sanırım 1960 ve 1970 gençliğinin önemli bir bölümü için İlhan Selçuk çok şey ifade ediyordur. Bunlar içinde Cumhuriyet okuru olanların çoğu, Cumhuriyet’i daha çok İlhan Selçuk için almışlardır, o gazeteden ayrıldıkça Cumhuriyet okumayı bırakmış, o gazeteye geri döndüğünde de yeniden Cumhuriyet okumaya başlamışlardır.

Kimimize göre Selçuk, ancak bir kitapçıkta açıklanabilecek düşüncelerini, küçücük ve daracık penceresinde, çok da etkin bir biçimde sunabilen bir yazı ustasıdır, söz ustasıdır. Okuyucuyu yazıya bağlayan, okuyucuyu yazısıyla birlikte sürükleyen, okuyucuyu şaşırtan ve kendisine hayran bırakan bir kalemdir kalem ustasıdır. Usta, ustalığını son yazısına kadar sürdürmüştür.

Selçuk, yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımın derdine deva olduğu gibi, pencere yazılarıyla pek çok insanın derdine de deva olmuştur. Konya’da yedek subaylık yaptığım yıllarda, ortaokulda İngilizce öğretmeni olan Toros ile Konya imam hatip ortaokulunda Türkçe öğretmeni olan eşiyle görüşürdük. Türkçe öğretmeni arkadaşımız, bir araya geldiğimizde, öğrencilerin “Sinemaya gitmek günah mı?” gibilerinden sorular sorduklarını ve “Günah olmaz” yanıtını verip açıklamalar yapması üzerine onların “Ama bizim din dersleri hocalarımız günah olduğunu söylüyorlar” yakınmalarını anlatarak dertlenirdi. Demirel’in başbakanlığının ilk aylarında bir gün, bir dinci dergide, o Türkçe öğretmeni arkadaşımıza iftiralar ve hakaretler yağdıran bir yazı yayımlanmıştı. İngilizce öğretmeni arkadaşımız, valilik, savcılık, emniyet ve Konya barosu dahil olmak üzere aklına gelen her yere başvurmuştu ve de ne yazık ki, olayı sahiplenen tek bir Allahın kulu çıkmamıştı. Türkçe öğretmeni bir devlet memuruydu iftiralara ve hakaretlere karşı (sözde) yargının güvencesi altındaydı, ancak kimse kılını bile kıpırdatmıyordu. Sonunda arkadaşımızın aklına İlhan Selçuk’a bir mektup yazmak geldi. Selçuk’un gazetesindeki köşesinde bu olayı işlediği gün, Konya barosundan ücretsiz avukatlık yapma talepleri gelmeye başlamıştı bile (Selçuk’un yazısı sonrasında açılabilen dava tabii ki yıllar sürdü. Sonunda dergi ve yazarı mahkum olmuş olsalar da, onları 1974 çıkarılan Ecevit affı kurtarmıştı).

İlhan Selçuk, her şeyden önce, 1960-1970 gençliğinin pek çoğu için bir öğretmendir, hatta bir okuldur. Bu gençlerin çoğu, Atatürkçülüğü, bağımsızlığı, aydınlanmayı, yurtseverliği, solu, solculuğu, sömürüyü, emperyalizmi, bilinçlenmeyi, hak ve hukuk aramayı biraz da onun yazılarından öğrenmiştir. Ülkenin ve dünyanın sorunlarıyla ilgilenip dertlenmeyi de, benzeri konularda bilgilenip bilinçlenmeyi de. Biraz da onun yazılarının etkisiyle kitap okumaya alışmıştır, okudukça okumuştur, daha da çok okudukça İlhan Selçuk’u da eleştirebilecek bir hale gelmiştir.
İlhan Selçuk, Ergenekon kapsamında başına gelenlerle sevenlerini üzdüğü gibi, son yıllarda penceresinde dile getirdiği kimi düşüncelerle de ve gazete patronu olarak kimi davranışlarıyla da kendisini sevenleri üzmüştür.

Ancak İlhan Selçuk’tan bir şeyler öğrenenler için en büyük ve dayanılmaz üzüntü, onu kaybetmektir, kızsak da, eleştirecek olsak da, yazılarından mahrum kalmaktır.
Işıklar içinde yatsın.
[email protected]