Fen-edebiyat fakültelerinin hali!

Geçen hafta bir vakıf üniversitesinin derlediği “Öğretmen Yetiştirme: Fen, Edebiyat, Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri” toplantısı sonrası yayımlanan bildirilere değinilmişti. Fen-edebiyat fakülteleri dekanlarının hazırlamış olduğu 13 maddelik sonuç bildirisi, ilgili fakültelerin halini yansıttığından, üzerinde bir iki şey daha söylenmesi için davetiye çıkarıyor.

Bildirinin ana konusu “öğretmen yetiştirme” olsa da, 13 maddenin yarısında, öneri niteliği olmayan ve fen-edebiyatlarla birebir ilişkili konulara yer veriliyor.

Örneğin yedinci öneri, doğrudan fen-edebiyatlara ayrılmış, şunları söylüyorlar: “Temel bilimler eğitimi veren kurumların değeri ve varlığının büyük önem arzettiği inkar edilemez. Bunlar, bilgi ve teknoloji üreten kurumlar olarak bütün dünyada merkez kurumlar olarak görülmektedir. Bu öneminden dolayı gelişmiş ülkelerde bu kurumlara büyük bütçeler ayrılmakta, temel bilimler eğitimi verilen kurumlara kabul edilen seçkin öğrenciler destek ve teşvik görmektedir. Türkiye’de bu misyonu yerine getirmeye çalışan kurumlar fen-edebiyat fakülteleridir. Bunların olmaması veya göz ardı edilerek hafife alınması,Türkiye’yi uzun vadede bilgi ve teknolojiyi üreten değil, sadece ithal eden bir ülke durumuna düşürecektir. Bu durum, Türkiye’nin araştırma ve dolayısıyla gelişme stratejisinden vazgeçmesi anlamına gelecektir.”

Bu maddede doğru şeyler söylüyorlar da, diğer maddelerde, fen-edebiyatların bu işlevlerinin devamı için öğretmen yetiştiren kurumlar olarak algılanmaları gereğini vurgulamaya çalışıyorlar. Hiçbir maddede, eğitim fakültelerinin gereğine değinmiyorlar. Hatta yeri geldiğinde de, eğitim fakültelerini değersizleştirmek için ellelerinden geleni yapıyorlar. Örneğin, 11’inci maddede, “Fen-edebiyat fakülteleri akademik kadro, derslik, kütüphane, ve laboratuar yönünden kuruluşunu tamamlamış kurumlardır. Birkaçı müstesna eğitim fakülteleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir” diyorlar. İşin özünü de yadsıyorlar.

Bilindiği gibi var olan üniversitelerde dört dörtlük pek az fakülte varken, pek çoğu parasal ve fiziksel olanakların sınırlı oluşundan yakınırken son 3-5 yılda üniversite sayısı ikiye katlanmıştır. Bu koşullarda, gerçekten de tüm fen-edebiyatlar kuruluşlarını tamamlamışlarsa onları kutlamak gerekiyor. Esasında sayısal verilere bakınca söyledikleri doğru gibi gözüküyor. Eğitim fakültelerinde bir profesöre düşen öğrenci sayısı, fen-edebiyatlardakinin iki katına çıkıyor, hem de 2000’li yıllardaki kontenjan artışı eğitim fakültelerinde yüzde 16,5 ve fen-edebiyatlarda ise 72 oranında olmuşken . Ancak dekanlar, başta fen-edebiyat fakülteleri olmak üzere üniversitelerin eğitim fakültelerini, yıllarca YÖK’ün dayatması ve amiyane tabiriyle “üvey evlat” olarak gördükleri için eğitim fakültelerinin gelişmelerine engel olduklarını hasır altı ediyorlar.

11’inci maddede, “Kuruluşunu tamamlayamamış eğitim fakültelerini tamamında alan dersleri fen-edebiyat fakültelerinin öğretim üyeleri tarafından verilmektedir” derken de dekanlar gerçekleri saptırıyorlar. Çünkü bu durum eğitim fakültelerinin kuruluşlarını tamamlayamadıklarından değil, YÖK’ün 6 Kasım 1997 tarihli genelgesi nedeniyle, eğitim fakültesi öğrencilerinin alan derslerini ilgili fen-edebiyat fakültelerinden almalarını zorunlu kılmış olmasından kaynaklanıyor.

Bildirinin 9’uncu önerisinde, “öğretmenlik hakkı, öğrencilerin fen-edebiyat fakültelerini tercih etmelerinin önemli sebeplerinden biridir” demeleri de fen-edebiyat dekanlarına yakışmıyor. Bakanlık 1989’da öğretmenlik programlarını ilk sıralarda tercih yapıp kazananlara burs vermeye başlamıştır. Öğretmenlik programları da bilindiği gibi genelde eğitim fakültelerince açılmaktadır. YÖK, 1999’dan itibaren eğitim fakültesine girecek Anadolu öğretmen liseleri mezunlarına ek katsayı uygulamakta, fen-edebiyatlara girenlere böyle bir uygulama yapmamaktadır. YÖK’ün 6 Kasım 1997 tarihli genelgesine kadar, eğitim fakülteleri fen-edebiyat fakülesi öğrencilerine de öğretmenlik formasyonu sertifikası vermiştir. Ancak geçmiş yıllarda bu sertifika progrmalarına başvuranların yüzdesi toplam fen edebiyat öğrencilerinin yüzde onunu bile bulmamıştır. Kasım 1997’den bu yana fen-edebiyat fakültesi lisans öğrencilerin sertifika verilmesi uygulamasına son verilmiştir. YÖK’ün açıkladığı ve gereksinim duyulan alanlarda, ancak fen-edebiyat mezunlarına sertifika programları açılmıştır. Bu programlara alınan öğrenci sayısı da fen-edebiyat mezunlarının çok çok küçük bir bölümüdür. Bu gerçekler ışığında ve fakültelerin akademik işlevi açısından, fen-edebiyata giren öğrencilerin öğretmenlik hakkından söz edilebilir mi? Üniversiteye girerken ince eleyip sık dokuyan öğrenciler böyle düşünebilir mi? Diyelim ki kimileri yanlış koşullanmış ya da kandırılmış, dershanelerde onlara böyle şeyler söylenmiş olsa da, bu durum onları haklı kılar mı?

Öğretmen yetiştirme konusunda olan bu sonuç bildirisi, öğretmenin işlev ve sorumlulukları, öğretmen adayının seçilmesi, kazanması gereken bilişsel, duyuşsal ve devinimsel edinimler gibi hiçbir konuda bir öneri getirmiyor. Önerilerden, günümüzdeki öğretmenlerin eksikliklerinin neler olduğu, neden yeni bir öğretmen yetiştirme modeline gereksinim duyulduğu ve bunların nasıl karşılanması gerektiğine de yer verilmiyor. Ancak bu bildirinin ilk maddesinde, “Türkiye için hem yerli hem de yabancı tecrübelerden yararlanarak MEB’in öğretmen yeterlikleri, Bologna Süreci ve uluslararası öğretmen yetiştirme standartları çerçevesinde hazırlanacak bir model”den söz ediliyor.

Tecrübelerden yararlanmaya ve uluslararası standartlara diyecek bir sözümüz olmasa da, bu Bologna Süreci vurgusu dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Bologna Süreci, bu süreci başlatan Bologna Bildirgesi’nde yer aldığı üzere temelde, “Bir medeniyetin önemi ve etkinliğinin ancak diğer ülkeler üzerindeki etkisiyle ölçülebileceği göz önüne alınarak Avrupa’nın fevkalade bilimsel ve kültürel geleneklerine uygun yükseköğretim sisteminin dünya çapında dikkat çekmesini sağlayacak Avrupa yükseköğretim sisteminin uluslararası rekabetinin artırılması” için sürdürülen bir süreçtir. Bu sürecin bir diğer temel amacı ise, “lisans derecelerini Avrupa iş dünyasının beklentilerini karşılayacak düzeye getirmektir.”

Fen-edebiyat fakülteleri dekanlarının bu Bologna Süreci’ne vurgu yapmaları, fakültelerin içinde bulunduğu durumu gösteriyor!

[email protected]

1- M. Özoğlu. Türkiye’de öğretmen yetiştirme sisteminin sorunları. İstanbul: SETA Vakfı yayını, 2010.