ERG’nin eğitimi izleme raporu (I)

Sabancı Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olan Eğitim Reformu Girişimi (ERG) birimi de, ‘Eğitimi İzleme Raporu: 2017-18’ adlı bir rapor yayımlamıştır. Devlete bağlı olmayan bu tür kuruluşların eğitim alanında yapılanları irdelemeleri, artarak sürdürülmesi gereken olumlu bir yaklaşımdır. Ancak bu tür kuruluşların raporları da, bakanlık raporları gibi doyurucu olmayan yanlar bulunabiliyor.  

ERG raporunda, önce ‘Teşekkkürler’ sayfası dikkat çekiyor. Verileri paylaştığı için bakanlığa, raporun hazırlık aşamasındaki kapsamlı geribildirimleri için 12’si akademisyen 22 kişiye, Ankara’da yapılan danışma toplantısına katılan ve/ya da görüşlerini yazılı olarak açıklayan 60-70 kişiye, raporun hazırlıklarına katkı sunan 10 kişiye, raporun ön ve son sözünü yazanlarla kapak sayfasını hazırlayanlara ismen teşekkür ediliyor.   

ERG Yönetim Kurulu Başkanı, bu raporun sunuş sayfasına, “Eğitimi izlediğimiz 11. yıl, alanda önemli ve olumlu değişikliklerin tohumunun atıldığı bir yıl oldu” diyerek giriş yapıyor! Oysa 2017-18’de, hiçbir dönemde (Osmanlıda bile) görülmemiş derecede gerici bir öğretim izlencesi uygulamaya konmuş, gerçek olmayan bilgileri ve cinsiyetçi öğeleri içeren yeni ders kitapları üretilmiş, AKP genel başkanı istedi diye alelacele liseye ve üniversiteye giriş sınavları değiştirilmiş, yetmezmişçesine yüzlerce imam hatip okulu daha açılmıştır. Sunuş kısmında, “İleriye doğru bakan ve eğitimde niteliği düzeltmeye odaklanmış 2023 Eğitim Vizyonu belgesi kamuoyuyla paylaşıldı” da deniyor! Şaşırtıcı olan bu ifadeler, raporunun genel niteliğini de yansıtmış oluyor.

Bu noktada, raporda teşekkür edilen kişilerin bu ifadelere katılıp katılmadıkları merak konusu oluyor.

Bu raporun önsöz kısmını bir vakıf üniversitesinin eğitim fakültesi dekan yardımcısı yazmış. Bu önsöz, raporun niteliği ile ilişkili olarak değil, öğretme-öğrenme konusu ile dekan yardımcısının fakültesinde uygulanan “Okulda Üniversite” konusundaki açıklamalarla ilişkili olmuş.  

ERG raporunun ‘Yönetişim ve Finansman’  bölümünde yönetişim, “en basit şekliyle ‘birlikte yönetmek’ olarak” (s.25) tanımlanıyor. Türkiye’de devlet kurumlarında bu anlayışın izleri bile olmadığı halde bu bölümde, “2017-18 eğitim-öğretim yılında yaşanan gelişmelere yönetişim ilkeleri üzerinden baktığımızda şeffaflık, hesap verebilirlik, tutarlılık, katılımcılık ilkeleri öne çıkarılabilir” (s.26) deniyor. Yaşanan gelişmelere laiklik, bilimsellik ve eşitlik ilkeleri üzerinden bakmayan bu yaklaşım, değerlendirmelerin zorlama değerlendirmeler olduğunu gösteriyor. Bakanlık faaliyetlerinin çoğunda bu nitelikler olmasa da, bu niteliklere varmışçasına değerlendirmeler yapılması, bir bakıma abesle iştigal oluyor. 

Rapordaki değerlendirmelerin bir boyutu, bakanlığın 2017 faaliyet raporunda yer alan performans hedeflerine bağlı göstergelerin gerçekleşme durumlarına bakılarak yapılıyor. Bakanlığın belirlediği hedeflerin gerçekçi olup olmadığı ve bakanlık değerlendirmelerinin nesnel olarak yapılıp yapılmadığı hiç irdelenmiyor. Bakanlık faaliyetlerini değerlendirilmesinin özet sonucu, “performans hedeflerine bakıldığında, en fazla iyileştirilmesi gereken göstergenin yer aldığı hedef şudur: ‘2017 yılında internet altyapısı ile tablet veya etkileşimli tahta kurulumu tamamlanan okul oranını artırmak’” (s.26) oluyor. Bu tür ifadelerle, raporu okuyanların önemli bir bölümünün, “Bu kadar kusur kadı kızında da olabilir” deyip bakanlığın iyi işler yaptığını düşünmesi olasılığı yükseliyor. 

Raporda bütçe harcamalarıyla ilgili sayılara yer verilen tablo ya da grafiklerde (örneğin 27,72ve 164’üncü sayfalarda), okul öncesi, ilköğretim, genel ortaöğretim ile mesleki ve teknik ortaöğretimle ilgili veriler yer alırken, din öğretimiyle ilgili bilgilere nedense yer verilmiyor.

Bilindiği gibi ortaokuldan liseye geçişi düzenleyen TEOG sisteminin hiç yoktan ve aniden değiştirilip karmaşık, tanınmış pek çok Anadolu lisesinin nitelikli okul sayılmaması gibi saçmalıklarla dolu ve aileleri zora sokan yeni bir sistem getirilmiştir. Buna karşın raporun eleştirileri aşağıda örneklendiği gibi komik niteliktedir:  

  • TEOG’un kaldırılması sürecinde konu ile ilgili paydaşlara herhangi bir açıklama yapılmadı; sürece onların da dahil olması sağlanmadı. Bu durum şeffaflık ve katılımcılık ilkeleriyle çelişiyor. 
  • Yeni sistemin hazırlandığı 19 Eylül-5 Kasım 2017 döneminde, sistemin oluşumunda paydaşların katılımını önemseyen bir yaklaşım sergilenmedi.
  • Sürecin bütününe bakıldığında, paydaşların okulların belirlenmesinde söz sahibi olmaması, katılımcılık açısından sorunludur.
  • Değişiklikle daha az öğrencinin sınava girmesi hedeflenirken, sınava neredeyse tüm öğrencilerin girmesi tutarlılık ilkesi açısından bir sorun olduğunu gösteriyor.
  • Liseye Giriş Sistemi tercih sonuçları 30 Haziran 2018 tarihinde açıklandı. MEB, bu sonuçları açıklarken tercih sonuçları ile ilgili verileri de kamuoyuyla paylaştı. Bu verilerin paylaşılması şeffaflık ilkesi açısından çok önemli bir adımdı (s.29-30).

Raporda, 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle, “MEB’de yapılan en dikkat çekici değişiklik, müsteşarlığın ve müsteşar yardımcılığının kaldırılması oldu. Bunun yanı sıra, önceki dönemde bir olan bakan yardımcısı sayısı dörde çıktı ve MEB’e dört yeni bakan yardımcısı atandı” (s.32) bilgisi veriliyor. Ancak bu önemli değişim hakkında herhangi bir yorum yapılmıyor. Raporda Eğitim ve Öğretim Politikalar Kurulu’nun oluşturulduğu yazılıyorsa da, nedense 9 kişilik bu kurulda ancak iki eğitimcinin olduğu açıklanmıyor. Bu eğitimcilerden birinin AKP milletvekili ve yıllarca laik ve bilimsel eğitim karşıtı olan bir sendikanın başkanlığını yaptığı açıklanmıyor. 

İlk bölümün sonuç kısmında, liselere giriş sistemiyle ilgili olarak,  “olumsuz yanlarının çözülmesi için yeni bir sistem değişikliğine ihtiyaç olduğunu söylemek güç olacaktır. … kamuoyunda dile getirilen pek çok sorun, öğrenciler ve velilerin yeni sistem hakkında daha iyi bilgilendirilmesiyle çözülebilir” deniyor. 24 Haziran genel seçimi sonrasında yayımlanan ve içerisinde MEB’in programının da bulunduğu “‘100 Günlük İcraat Programı’, MEB’in faaliyetleri konusunda kamuoyunun önceden bilgilendirilmesi adına olumlu bir gelişme” olarak gösteriliyor. Bununla da yetinilmeyip “plan aşamalarının kamuoyuyla paylaşılması, önümüzdeki günlerde MEB’in yapacağı tüm faaliyetlerin planla tutarlı olup olmadığının kamuoyu tarafından denetlenebilmesini sağlayacaktır” deniyor. Meclisin bile denetleme yapamadığı, Sayıştay ile diğer kamu kurumlarının yaptığı denetlemelerin bir işe yaramadığı göz ardı ediliyor.

Bu tür değerlendirmeler, raporun genel havasını yansıtırken, eleştirileri yapmaktan kaçınıldığını ve ancak mahcup olmamak için eleştiri yapıldığını da gösteriyor. 

[email protected]