Ergenekon mağduru rektörler

Ergenekon davasında verilen kararlar, itirafçılar/gizli tanıklar dışında kalan bütün sanıkları mağdur etmiş bulunuyor.

Bu davada mağdur olanların, adaletin yerini bulmamasının acısını ve bir şey yapamamanın çaresizliğini ne derecede yaşadıklarını tahmin etmek bile mümkün olmuyor.

Sayısal olarak mağdur olanların içinde askerler, İşçi Partililer, eski rektörler öne çıkıyor. Askerler, genelde meslekleri icabı mücadele içinde olan, zaman zaman ölümle burun buruna gelen, çatışmalarda yaralanan ve arkadaşlarını/elemanlarını kaybetme acısı yaşayan insanlar. Bu nedenle askerlerin, kararlardaki adaletsizlik ve düşülen çarsizlik karşısında, diğer kesimlere göre, dışarıdaki meslektaşlarından yeteri kadar destek görmeseler de, mağdur oldukları ölçüde dirençli olabilecekleri tahmin ve umut ediliyor.

İşçi Partililer de, yıllardır siyasal mücadele içindeler. Parti üyesi olanlar, genel seçimlerde aday oluyorlar, parti organlarına girebilmek için seçime giriyolar. Günlük siyasetin içindeler. Türkiye’de siyasal yaşamın ne güçlüklerle sürdürüldüğünün ayrımındalar. İçlerinde daha önceki yıllarda da benzer mağduriyetler yaşamış olanlar da var. Her biri, değişik alanlarda birikimi olan ve birbirlerine destek veren insanlar. İşçi Partliler, belki de mağdurlar içinde bu davanın adli bir dava değil de siyasal bir dava olduğunun ve kararların bu dava açılmadan verildiğinin bilincinde olanların başında geliyor. Bu nedenle İşçi Partililerin de mağdur oldukları ölçüde dirençli olabilecekleri tahmin ve umut ediliyor. İşçi Partisi üyelerinin ve organlarının sürdürdükleri kararlı tutum, bu tahmini ve umutları artırıyor.

Mağduriyete direnme bağlamında en zayıf halkanın eski rektörlerden oluştuğu tahmin ediliyor. Akademisyen dediğin, asker ya da siyasetçi gibi mücadele insanı değil ki akademisyen. Sınıfta, panellerde, seminer ve sempozyumlarda kendilerine kulak verilmesine alışmış insanlar. Genelde siyasetle birebir ilişkileri (Kemal Gürüz hariç) rektör adayı oldukları ve rektörlük yaptıkları dönemle sınırlı. Gürüz’ün, 5 yıl rektörlüğüne ilaveten, 2 yıl TÜBİTAK başkanlığı, 4 yıl YÖK üyeliği ve sonrasında da 8 yıl süren YÖK başkanlığı var.

Ceza verilen diğer sanıklar gibi eski rektörlerin de, mahkum olmalarını haklı çıkaracak kanıtların var olmadığı anlaşılıyor. Bu nedenle onlara ceza verilmesini, Ergenekonculuklarına değil de, rektör olarak yaptıklarına bağlamak gerekiyor. Ceza verilen eski rektörlerden Fatih Hilmioğlu’nun İnönü Üniversitesi’ni, Mustafa Yurtkuran’ın Uludağ Üniversitesi’ni benim gibi görmüş olanlar, bu üniversitlerin (onlar zamanında) birer üniversiteye dönüşmeye başladığına tanık oluyor. Bu rektörlerin üniversitelerini (amiyane tabirle) adam etmelerinin ve üniverstelerinde çok sayıda bilimsel toplantılar düzenlemelerinin bir kıymeti harbiyesi olmuyor! Türbana taviz vermemeleri, kendi anlayışları çerçevesinde Atatürkçülüğü savunmaları ve üniversitelerinde dinsel gericiliğe prim vermemeleri, her şeyin başlangıcı ve nedeni oluyor.

Gürüz’ün durumu ise, ceza verilen rektörlerden oldukça farklı. Geçmiş yıllarda Gürüz’ü, Kenan Evren’in, Turgut Özal’ın ve Süleyman Demirel’in adamı olarak görenler çoktu. Kimileri onu, İhsan Doğramacı’nın veliahtı olarak tanımlıyordu. Atatürkçülükle ilişkisi pek yok ama ilk tutukluluğu sırasında, “Ben Amerikancıyım” dediği için tahliye edildiği yorumları yapılmıştı. Rektörlüğü sırasında (1985-1990), dini bütün kimselerin akademisyen yetiştirilmek üzere yurt dışına gönderilmelerine vesile olduğu bile iddia ediliyor. YÖK başkanlığı sırasında, 28 Şubat öncesinde cumhurbaşkanlığına ilk sırada gönderdiği rektör adaylarıyla atadığı dekanların büyük bir bölümünün gerici/piyasacı insanlar olduğu da biliniyor (bkz. Yükseköğretim sistemimiz öğretmen yetiştirme sistemimiz, Ütopya Yayınevi).

Üniversitlerin piyasalaşmasını, taa 1994’lerde TÜSİAD’a yazdığı raporla gündeme getiren o Bologna Süreci’ni başımıza saran o YÖK başkanlığı sırasında 21 vakıf üniversitesi açan ve bu üniversitelerde eğitim ve hukuk gibi alanların açılmasına izin veren o! Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenini ilahiyat fakültelerinde yetiştirmeye başlayan ve onlara ilahiyattan alacakları derslerle ilköğretimde Türkçe ya da sosyal bilgiler dersine girme hakkını veren o. Öğretmen yetiştirme işini, Dünya Bankası uzmanı ve yerli işbirlikçilerle sulandıran da o! 28 Şubat’a kadar üniversitede türbanlı öğrenciyi dert etmeyen Gürüz, bu tarihten sonra bu konuyu birinci dert olarak görüyor. Gürüz’ün bir suçu da, YÖK başkanlığının son ve Başbakan’ın ilk yılında, AKP ile dalaşması.

Doğramacıdan sonra hakkında en çok (eleştirel) yazı yazılan Gürüz oluyor. Gürüz, geçmişte ve özellikle AKP iktidarına kadar, genelde ilericiler ve solcular tarafından eleştirilirken, tutucular, gericiler ve piyasacılar tarafından savunuluyor. Normal koşullarda, Doğramacı’ya TBMM ödülünü veren ve Doğramacı’dan sonra YÖK başkanı olan Mehmet Sağlam’ı milletvekili yapan AKP’den ödül alması gereken Gürüz’ün başına gelenler, onun mağduruiyetini artırıyor. 28 Şubat’ın gerçek mağduru olan Gürüz, bir de o davanın sanığı oluyor!

Var olan ve kağıt üzerinde kalan hukuk sistemimizde, yaptıklarına kızsanız da, Gürüz’ü yükseköğretimdeki gerici ve piyasacı, antidemokratik ve bilim dışı uygulamalarından dolayı eleştirmenizde yerden göğe kadar haklı olsanız da, türbanla ilgili tutummundan dolayı suçlamak anlamlı olmuyor. Bu konuda suçlanacaksa, yasal çerçevede suçu 28 Şubat öncesindeki tutumu oluyor.

Üniversitelerinden yeterince destek alamamaları ve zamanında çevrelerinde fır fır dönenlerin bugün ortalarda gözükmemesi, Ergenekon mağduru eski rektörleri daha da mağdur ediyor.

Bu arada, Ege Üniversitesi’nde türbanlı öğrencinin dersinden çıkmasını isteyen Rennan Pekünlü’ye verilen hapis cezası, belki de eski rektörler için acı bir teselli oluyor.

[email protected]