Eğitimin önemi!

Günlük yaşamda sık sık bir tanımlama, değerlendirme yapma durumuyla karşılaşabiliyoruz. Yeri geliyor, “Siyah” diyoruz, “Beyaz” diyoruz. Ucuz-pahalı, zayıf-şişman, doğru-yanlış, güzel-çirkin diyoruz. Hırsız, yalancı, vicdansız, katil, cani gibi sıfatlar da kullanıyoruz.

Günlük yaşam içinde öğrenilen gözle görülür ve elle tutulur yalın olayların tanımlaması da değerlendirilmesi de kolay oluyor. Örneğin temel renkleri hemen herkes bildiğinden, kiminin “Siyah” dediğine “Beyaz” diyen çıkmıyor. Kişini öğrenim düzeyine göre tanımlanan renk değişmiyor.

Yalın konularda farklı tanımlama-değerlendirme yapılması ise günlük yaşamda bir fark yaratmıyor. Örneğin yarısına kadar su konmuş bardakla ilgili değerlendirme, renklerde olduğu gibi tek tip olmuyor: Kimi “Yarısı boş” kimi de “Yarısı dolu” diyor. Bu yanıtlar kişinin öğrenim düzeyiyle ilişkili olmuyor okumuşu da okumamışı da benzer yanıtları verebiliyor. Bu tür olaylarda yanıt pek de değerli olmayabiliyor. Bardağı yarısını dolu ya da yarısının boş olmasının yaşama bir gıdım etkisi olmuyor.

Ancak güzel-çirkin, doğru yanlış, namuslu-namussuz, yurtsever-vatan haini ve vicdanlı-vicdansız gibi tanımlamalar/değerlendirmeler, yaşamın başka alanlarıyla da ilişkisi olduğundan önem kazanıyor. Çünkü insanların tutum ve davranışlarını, büyük ölçüde bu tür değerlendirmeler belirliyor.

Tanımlamak-değerlendirme yapmak, olaylar karmaşıklaştıkça, olayın başka olaylarla ilişkisi artıkça konunun/olayın akıl süzgecinden geçirilmesi gerektikçe, akıl yürütmek için belirli düzeylerde görgülü-kültürlü-bilgili ya da sağduyu (aklıselim) sahibi olmak gerektikçe, zorlaşıyor. Değerlendirme, olay kişiselleştikçe zorlaştığı gibi, olay toplumsallıkla, insan haklarıyla ve evrensel değerlerle ilişkilendirildikçe de zorlaşıyor. Değerlendirme yapmanın zorlaştığı yerlerde, siyah ya da beyaz gibi ortak değerlendirmelere ulaşmak ise çok daha güç oluyor.

Değerlendirme yapmak, olayları gerçekçi bir biçimde tanımlamak, yorumlamak, yaşamla ilişkilendirmede, tutum ve davranışlara yansıtmak, genelde eğitimle kolaylaşıyor. Eğitimli insanları değerlendirmelerinde, ortak değerlendirmelere yaklaşma olasılığı da artıyor.

Türkiye’de yaklaşık olarak 1,5 yıldır öğretici olduğu ve değerlendirmelerde ortak görüşe varma olasılığının yükseldiği sanılan ilginç olaylar yaşanıyor. Ortalık yolsuzluk haberleriyle, toplumla ve dinle dalga geçen telefon konuşmalarıyla çalkalanırken Türkiye’yi Suriye ile savaşa sürükleme konusundaki gizli tartışmalar da ortaya çıkıyor.

Bilindiği gibi Türkiye, Kurtuluş Savaşı sonrası, barış üzerine kurulmuş bir cumhuriyet. Temel felsefesi “Yurtta barış, dünyada barış” olan ve nüfusunun çoğunluğu din kardeşliğine inanan bir ülke. Bu ülkede iç huzuru, barışı ve güveni sağlamakla ve dıştan gelecek tehlikelere karşı ülkeyi korumakla görevli olan yetkililerin, Suriye’ye müdahale için Suriye’den Türkiye’ye füze attırılmasını tartıştığı anlaşılıyor.

Gelişmiş ülkelerde, demokratik hukuk devletlerinde, böylesi ülke zararına olan konuşmalar ortaya çıktığında, deşifre olanlar anında istifa ediyor. Onların istifasıyla da iş bitmiyor o yetkililerin bağlı olduğu yetkililer de istifa ediyor. Böylesi bir konuda, gelişmiş ülkelerde, demokratik hukuk devletlerinde, ikinci önemli gelişme, gizli görüşmelerin sızdırılmasındaki devletin kusurunu ortaya çıkarmak oluyor. Üçüncü önemli gelişme ise ülkenin, devletin ve toplumun yararına olan bu sızdırmaları yapanları, toplum neredeyse kahraman ilan ediyor.

Türkiye’de ise bir avuç insan dışında, büyük çoğunluk tanımlamalarında-değerlendirmelerinde istifa konusunu dile getirmeyi aklına bile getirmiyor. Bu tür konuşmaları yapanları (istifa etmedikleri için) görevden almak yerine, onlara sahip çıkılıyor. Devletin sorumluluğunu araştırmak yerine, konuşmaları sızdırıp büyük bir olasılıkla savaşı önleyenler tu-kaka ediliyor!

Gelişmiş ülkelerde, demokratik hukuk devletlerinde, böylesi olayların ardından bir seçim olduğunda, seçmen, iktidara gereken dersi veriyor. Türkiye de ise, yolsuzluk ve Suriye konusu gibi, neredeyse siyah ve beyaz yalınlığında olan konularda bile namuslu geçinenlerin yolsuzluklara ve yalanlara dindar geçinenlerin inancını küçümsemelerine ve din kardeşlerine karşı savaş hazırlıklarının yapılmasına aldırmadıkları görülüyor. Bu aldırmazlık, başka etmenlerle de ilişkili olsa, temelde kişilerin itaatkârlığından, özgürce düşünememesinden kaynaklanıyor.

Eğitim sisteminin kişileri özgürleştirmediği görülüyor. Türkiye gibi eğitimin bitirildiği ülkelerde, kişileri özgürleştirme görevi, demokratik kitle örgütlerine düşüyor.