Eğitimde vizyon balonu (I)!

Selçuk’un bakan olmasından bu yana, bakanlıktan umutları kırıcı haberler gelse de, gündeme Selçuk’la ilgili kulağa hoş gelen söylemler damga vurmuştu. Eylül başında, bakan yardımcısı Mustafa Safran, Selçuk'un,  “Ekim'de eğitimde adalet, verimlilik ve süreklilik adına yeni bir eğitim inşası raporunu kamuoyuyla paylaşacağını” söylemişti. Selçuk da fırsatını buldukça aşağıda örneklenen açıklamalarda bulunmuştu:

  • Öğretmenlerin daha iyi yetişmiş bireyler olarak sistemimize girmesini sağlamak için büyük çaplı öğretmen eğitimi projeleri başlatacağız. 
  • Hiçbir görüş, ideolojik ayrılık çocukların hakkını teslim etmekten bizi alıkoymamalı.
  • Milli bayramlar tekrar okullarda kutlanacak ve derslerde Atatürkçülüğe yer verilecek.
  • Özel okullara verilen devlet teşviği kaldırılacak.
  • Düzenledikleri ‘Bulma Konferansı’nda, “Başka bir bilim ve teknoloji var dünyada. Bizim 'Bir şey yapmak lazım’ın ötesinde eğitimde kıyameti koparmamız lazım; … Araştırma, sorgulama akıl ve kalp için buradayız. … Eğitimde ezber ve taklidi bırakmalıyız.”
  • Dışarıdan propagandist şekilde çocuklara verilen, hayattan uzak, bayat müfredatların sorgulanması gerekiyor, bunlar için görevdeyiz.
  • Küresel düşün yerel davran' dediğimizde bunun farkını ortaya koyma ihtiyacımız var. Bizim kavramlarımızı yıkamaya ihtiyacımız var. Karnından doğdukları medeniyetin sesini soluğunu taşıyan kavramları yeniden sorgulama ihtiyacımız var.
  • Gelin hep beraber bu ülkeyi aklın, bilimin, gönlün merkezi yapalım ve medeniyete yeni bir filiz için muhafaza ettiklerimizin zehrini akıtalım. 
  • Çocuğumuzu sevdiğimiz kadar çocuk kavramını da sevelim. Öğretmenlere sahip çıkalım ki çocuklar onların vesilesiyle özgür akla koşsunlar. 
  • Okul yöneticileri ‘idare’ değil ‘yönetişim’ yapması gerekir.
  • Marx’ın teori ve pratiğin buluşturulması hususunda özellikle vurguladığı ‘praksis’ kavramı belki bizim için bir yön verici olabilir. Praksis iki şeyi yani teori ve pratiği buluşturmanın çok da eylemsel açıklamasını içeriyor, kendi içerisinde. 

Okulların açılış günlerinde, öğrencilere ‘yavrularım’ öğretmenlere ise ‘meslektaşlarım’ diye seslenen Selçuk, yukarıda örneklenen söylemleriyle her kesimin umutlarını yeşertmişti. Ancak iki gün önce (24 Ekimde) yaptığı “2023 Eğitim Vizyonu” açıklamasıyla, kendi söylemleriyle şişirdiği balonu, kendisi patlattı. 

Esasında, olaylara gerçekçi gözle bakanlar için 24 Ekimin gelişi çoktan belliydi. Cumhurbaşkanı, biri kuzeni olup önce ilköğretim genel müdürü ve sonra Danıştay üyesi yapılan, ikincisi AKP’nin kurucu üyesi olan, üçüncüsü İslam Dünyası Kalite Güvence Ajansları Birliği başkanı olup ÖSYM başkanlığına getirilmiş bulunan, dördüncüsü de ders kitaplarından Atatürkçülüğün çıkarılmasında katkısı olup YÖK üyesi yapılmış kişileri, bakan yardımcısı olarak atamıştı. 

Eğitim bakanının bağlı olacağı bir Eğitim Öğretim Politikaları Kurulu oluşturulmuştu. 

Cumhurbaşkanı bu kurula, AKP’ye yakın rektör/YÖK ya da TÜBA üyesi 5 mühendis, bir işletmeci, bir hukukçu ile Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü iken Selçuk’un görevden aldığı bir öğretmen ve AKP iktidara geldiğinde 18 bin üyesi olup şu anda üye sayısı 400 bini aşan tutucu bir sendikanın kurucu başkanlığından AKP milletvekili olan ilahiyatçıyı atamıştı. Bu ilahiyatçının sendikası, AKP’nin düzenlediği 17., 18. ve 19. Milli Eğitim Şuralarında gerici kararların alınmasını sağlayan sendikaydı. 

Dolayısıyla atanan bakan yardımcılarına ve oluşturulan Eğitim Öğretim Politikaları Kurulu üyelerine bakanlar, zaten açıklanacak vizyonun, Selçuk’un vizyonu olmayacağını tahmin ediyordu. Üstelik Selçuk, açık açık, “Bu tür büyük projelerin yürüyebilmesi büyük liderlikler gerektiriyor. Hangi ülkeler eğitim reformunda başarılı olmuş diye incelediğimizde gördüğümüz şey, büyük liderlikler yapılmışsa eğitim projeleri gerçekten başarılı oluyor. Benim bu görevi kabul etmemin nedeninin bir tanesi de SayınCcumhurbaşkanımızın liderliğidir. Eğer böyle bir lider olmazsa bir bakanın bu kadar sorunun altından kalkması çok zor” demişti! 

Cumhurbaşkanı, gençlerin dininin ve kininin davacısı olmasını isteyen ve her genci potansiyel birer komando adayı olarak gören bir kişiydi. 4+4+4 ile zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarmakla, kızların türbana girmesiyle, Kuran-ı Kerim, siyeri nebi ve Arapça derslerini açmakla övünen Cumhurbaşkanı, vizyon açıklanmadan önceki konuşmasında, “Türkiye’nin sorunu geçmişte uzun zaman eğitimin insanı geliştiren değil, formatlayan, dikte edileni nesillere aktaran bir mesele olarak görülmesidir. Bu çarpık anlayış nesillerimizin heba edilmesine, yeteneklerinin körelmesine yol açmıştır. Bu süreçte ne sınav sisteminin, ne de ders kitaplarının kalıcı olmaması işin felsefesi konusundaki çarpıklığın neticesidir”diyordu. Her zaman olduğu gibi, göreceli olarak daha laik ve bilimsel olan geçmişteki eğitim sistemini gerçek dışı söylemlerle eleştiriyordu. Esasında geçmişi suçlarken, son cümlesi, daha çok AKP dönemini açıklıyordu. Konuşmasının bir yerinde, dinleyen eğitimcilere “Sakın ha” dedirten “Öğretmenliğe kabulde uygulanan pedagojik formasyon şartını kaldırıyoruz. Bu eğitimi artık bakanlığımız kendisi verecek” açıklamasını yapıyordu.

Bir milyon öğretmenin fikirlerini bakanlığa direkt iletebilmeleri için dijital platform oluşturduğunu duyurmuş olan Selçuk, belki de 100 öğretmenin bile fikrini almadan, Cumhurbaşkanı’ndan sonra,  “2023 Eğitim Vizyonu” dese de beş yıllık değil üç yıllık yol haritasını sunuyordu. Açıklamasında bir kez daha, “Türkiye’nin eğitim meselesi, dünyayla rekabet edecek bir eğitim kurma meselesi bir bakanın üstünden kalkabileceği bir mesele değil. Çok daha büyük bir liderlik gerekiyor. Bu Cumhurbaşkanı’mızın liderliği” vurgusunu yapıyordu. Açıklamalarını içeriği bu vizyonun, Cumhurbaşkanını memnun etmek için hazırlandığını belli oluyordu. Bu nedenle, Birgün yazarı Ünal Özmen, “MEB’in vizyonu Erdoğan’a, misyonerliği Ziya Selçuk’a ait” diyordu. 

Not: Vizyonun içeriği haftaya

[email protected]