Eğitim ve etik! (II)

Türkiye Özel Okullar Derneği’nin 30 Ocak-2 Şubat 2019 tarihlerinde düzenlediği “eğitim ve etik” başlıklı sempozyumda, bakan Z. Selçuk’un açış konuşmasının da ‘etik’ olma açısında değerlendirilmesi gerekiyor. 

Bakan konuşmasının başlarında, “1970’li yılların ortalarından beri şakulü kaymış bir eğitim sistemimiz var” diyor! Eğitimi, kısaca bireyin özgürleşip kendisini gerçekleştirmesine yardımcı bir süreç olarak görenler için şakul kayması, çağdaş evrensel anlayışlar çerçevesinde, insan haklarından, barış ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi anlayışlarla laik ve bilimsel eğitimden piyasacı-ırkçı-cinsiyetçi ve gerici sapmalarla ilişkili oluyor. Bu bağlamda şakul kayması en belirgin bir biçimde, Süleyman Demirel’in 1975-1980 yılları arasında kurduğu üç hükümetin 3,5 yıllık iktidarında, 37 olan imam hatip okulu sayısını 330’lara çıkarmasıyla başlıyor. Demirel’in, “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” demesiyle ve sıkıyönetim olduğu halde sağ-sol kavgasının önlenemeyip Amerikalıların “Bizim oğlanlar başardı” dediği 12 Eylül darbesiyle devam ediyor. 12 Eylülcülerin eğitim ve kültür yaşamını Türk-İslam sentezi anlayışına göre tasarlayıp Erbakan’ın 13 Ekim 1996’da dediği gibi, imam hatipleri Erbakan’ın partisinin arka bahçesi yaparak sürdürülüyor. Özgürlüğe/bağımsızlığa önem veren 1970’lerin gençliğinden “paraya” öncelik veren 2000’lerin gençliğine gelinmesi, bu yıllar arasında “yurttaşlardan” oluşan bir toplumdan tarikat ve cemaatlerin yaygınlaştığı bir döneme gelinmesi, şakul kaymasının en net sonucu oluyor. 

Şakul kayması, bakanın üç yıllık Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) başkanlığı döneminde (2003-2006) başlayıp “Ben ülke kaynaklarını pazarlamaya geldim” ve “dininin ve kininin davacısı gençler” söylemleriyle, 4+4+4 yasasıyla, yönetmelik değişiklikleriyle, 2017 müfredatıyla, seçme sınavlarıyla oynanarak, ilahiyatçıların rektör yapılmasıyla, Selçuk’un bakan olarak bütün bunlara sahip çıkıp Diyanet ve gerici kuruluşlarla protokoller imzalamasıyla derinleşiyor. Bu durumda hemen her uygulamasıyla gericileşmeye katkı yapan Z. Selçuk’un, şakul kayması söylemiyle, laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşıldığını kastetmediği belli oluyor.  

Bakan açış konuşmasında açık ve net bir şekilde, “Kültürün ve zihniyetin dönüşmesi için orta vadede de uzun vadede de bu dönüşüm için alt yapıyı hazırlıyoruz” diyor. Onun TTK başkanı ve bakan olarak yaptıkları göz önüne alındığında, bu açıklama, onun kafasındaki şakul kaymasının Cumhuriyetin laik-aydınlanmacı kültür ve zihniyetle ilişkili olduğunu, bunu dönüştürmeye çalıştığını gösteriyor. Ancak bu durum yine onun açış konuşmasında söylediği şu sözlerle hiç bağdaşmıyor: “… eğitim bir mutabakat işidir. Eğer toplumsal mutabakat olmazsa, eğer toplumsal olarak biz bu meseleyi bir millet ödevi olarak dikkate almazsak, o zaman bizim milletleşme ve dünyayla yarışma noktasındaki zafiyetimiz ortaya çıkar. … Ama bunu yaparken de ilk başta da ifade etmeye çalıştığım gibi ahlaki olmak zorundayız.” Çünkü bakan, bakanlık bürokrasisini yandaşlarla doldurduğu gibi, herhangi bir karar alırken muhalifleri yok sayıyor, toplumun çoğunluğunun Cumhuriyetin aydınlanmacı laik kültürünü benimsediğini görmezden geliyor. Laik ve bilimsel eğitimden yana olan kuruluşlardan da, eğitim toplantılarından da uzak duruyor. Üstelik 30 Ocak 2019’da mutabakattan söz eden bakan, 31 Mart 2019 belediye seçimleri öncesinde “Eğitimde güçlü bir beklenti varsa o zaman yerel seçimlerde bize destek olunması gerektiği çok açık” diyerek ve Binali Yıldırım’ın reklamını yaparak mutabakata önem vermediğini gösteriyor.    

Bakan hemen her fırsatta, Cumhurbaşkanına bağlılığını, onun dediği yolda gittiğini ve ondan güç aldığını belirtiyor. Dolayısıyla bakan, “kinin ve dinin davacısı gençler” istendiğini bile bile bu göreve gelmiş bulunuyor. Bu nedenle açış konuşmasında, “Ben bu ülkenin çocuklarının geleceği için bir şey yapmak istiyorum. Ev ödevimi gerçekleştirmek istiyorum. Benim için bu, bu millete olan borcumun bir karşılığı” demesi de, topluma değil de kendisine ev ödevini veren kişiye bağımlılığını açıklaması anlamına geliyor.  

Zaten bakan, açış konuşmasının bir yerinde, “Eğer biz, bir bilgiye sahip olduğumuz halde bunun aksi istikametinde bir görüş sergiliyorsak, burada bir etik sorunu var demektir” diyerek, bir bakıma her şeyi açıklamış oluyor. Bakan konuşurken genelde güzel şeyler söylese de, etik sorunu olup olmadığını anlamak için bakanın icraatlarına bakmak gerekiyor. Bakanın eğitim profesörü olarak akademik bilgi birikiminin, örneğin “dininin ve kininin davacısı olacak genç yetiştirmekle; çocukların anaokulunda dini eğitim almaları ve türbana girmeleriyle; karma eğitime karşı çıkmakla; okullardan hemen her gün bir gerici uygulamanın gerçekleşmesiyle …” bağdaşıp bağdaşmadığı, onun etik davranıp davranmadığının bir ölçüsü oluyor. 

Bırakın 2019 yılını, içinde bulunduğumuz bu Ocak ayında aşağıda örneklenen gelişmeler oluyor:

  • Gaziantep’te bir ilkokul müdürü, “Karma eğitim denilen baş belası sistemden bir an önce vazgeçilmeli” diyor.
  • Bazı ilçe milli eğitim yöneticileri okullara, “Kur’an-ı Kerim, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler derslerini seçtirin” diye talimat gönderiyor. 
  • Sinop İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İl Müftülüğünün hazırladığı proje kapsamında devlet yurtlarında ‘din görevlileri’ öğrencilerle sohbet ediyor. Katılanlara ödül veriliyor.
  • İstanbul’da bir ilçe müftülüğünce düzenlenen “Yedi Yaşındayım, Namaza Başlıyorum” etkinliğinde 300 ilkokul öğrencisi öğle namazı için camiye götürülüyor.

Bu tür gelişmeler, bakanlığın, bir din toplumunu hedeflediğini göstermiyor mu? Peki! Bu durum bakanın eğitim profesörü olarak akademik bilgi birikimiyle örtüşüyor mu? 

Etik sorunu olup olmadığını anlamak için bakanın icraatlarına bakılması yardımcı olduğu gibi, yapmadıklarına bakmak da yardımcı oluyor. Örneğin açış konuşmasında, “Biz insanı ‘tüketici’ olarak görmeyiz, doğaya ‘doğal kaynaklar’ diyen bir yaklaşımla, bir eğitim sistemiyle bizim bir yere varmamız mümkün değil. Doğa bir kaynak değildir. Doğa bizim yoldaşımızdır. Beraber yaşadığımız, bütünleştiğimiz bir varoluştur, varlıktır” diyor. Peki! Kaz dağları gibi dağ ve orman yoldaşlarımız üç kuruşluk beklentiler için yok edilirken, bizim bakan ne yapıyor? İstanbul’u, Karadeniz’i, Marmara’yı ve Trakya’yı mahvedecek, Montrö Anlaşmasının delinmesini sağlayacak İstanbul kanalı projesine karşı çıkıyor mu? Bırakın icraatlarını, bu konularda sessiz ise, bakanın yukarıdaki açıklamalarında bir etik sorunu yok mu?

Eğitim ve etik konusu tabii ki, bakanla ve Türkiye Özel Okullar Derneği ile sınırlı değil. Bu bağlamda merak edilen bir konu, 29-31 Ocak 2020 tarihlerinde yapılacak XIX. geleneksel sempozyuma katılacak konuşmacılar arasında bakanın icraatlarını eleştirecek konuşmacıların çıkıp çıkmayacağı oluyor. XVIII. geleneksel sempozyumda, bakanın hiç eleştirilmemiş olmasını bakanın yeniliğine bağlamak mümkünse de, 2020’de bu mazeretin geçerli olmaması gerekiyor.  

Bu nedenle XIX. geleneksel sempozyum merakla bekleniyor. 

[email protected]