Eğitim fakültelerinin sorumluluğu II

Geçmişte yeteri kadar öğretmen okulu mezunu bulunmadığından, yüz yıl kadar süreyle medrese ve sonradan da fen-edebiyat mezunları, hatta mezun olmayanlar öğretmen olarak atanmıştır. Eğitim bilimi Türkiye’de önem kazandıkça, öğretmen okullarında eğitim dersleri artmış ve dışarıdan öğretmen olacaklara bir ders ile öğretmenlik formasyonu verilmesi gündeme gelmiştir. 1963 baharında Matematik programımın son döneminde, öğretmen olmak isteyenlerin almak zorunda olduğu formasyon dersini (pedagoji), “öğretmen olmayacağım “için almamıştım. Mezuniyet sonrasında askere gitmiş, orada kura sonucu bir askeri okulda öğretmenlik yapmıştım. Terhis olur olmaz 1966 Nisan ayında öğretmen olmak için bakanlığa başvurduğumda, bana kimse o tek derslik sertifikaya sahip olup olmadığımı ve askerlikte ne yaptığımı sormamıştı nereye atanmak istediğim sorulmuştu! Çünkü 1960’lı yıllarda da öğretmen gereksinimi çok olduğundan öğretmenliğe başvuranlarda sertifika aramanın bir anlamı yoktu.

1965 yılında Ankara Üniversitesi’nde Eğitim Bilimleri Fakültesi açıldıktan sonra bazı üniversitelerde de eğitim bilimleri bölümleri açılmış ve 6-7 dersle sertifika programlarının düzenlenmesine başlanmıştır. Eğitim fakülteleri kurulduktan sonra da, öğretmen açığı giderilemediği sürece sertifika uygulaması devam etmiştir, hatta bakanlık benzeri programları parayla yandaş fakültelere yaptırmıştır (bkz. Öğretmen Yetiştirme Sistemimiz). Bu arada, 1989 yılında sınıf öğretmeni yetiştiren iki yıllık programlar dört yıla çıkarılmış, bakanlık-YÖK işbirliği yeterli olmadığından ve gerekli planlar yapılmadığından 1995-1996 öğretim yılında 60 bine yakın fen-edebiyat mezunu, öğretmenlik sertifikası olmadığı halde, bakanlık tarafından istihdam edilmiştir.

Kısacası sertifika olayı, eğitim bilimlerindeki ilerlemeler sonucu, “hiç olmazsa sertifikası olsun” düşüncesiyle uygulanan ve geçici bir önlem olarak kullanılmış bir yöntemdir.

Hemen her yerde hesap-kitap yapmadan açılmış olan eğitim fakülteleri ve artırılan kontenjanlar nedeniyle son yıllarda öğretmen eksiği değil, tam tersine öğretmen fazlalığı yaşanmaktadır. Bakanlığın resmi verilerine göre 133.317 öğretmene gereksinim olmasına karşın 300 bin kadar öğretmenin işsiz olduğu bilinmektedir. 80 bin kadar öğretmen sözleşmeli olarak açlık sınırındaki bir ücretle çalıştırılmaktır. Bu işsiz öğretmenlere her yıl 30-40 bin yeni işsiz öğretmen katılmaktadır.
Sertifikayla öğretmen üretme gereksiniminin ortadan kalktığı ve öğretmen fazlasının yaşandığı bir dönemde, fen-edebiyat ve ilahiyatçılara sertifika programı açmaya karar verilmesinin nedeninin öğretmen gereksinimi olmadığı açıktır.

Sertifika programı açılması kararı, Türkiye’de öğretmen yetiştirme deneyiminin 162. ve eğitim fakültelerinde öğretmen yetiştirme birikiminin 28. yılında alınmaktadır!
Bu karar, öğretmenliğin “eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği” olduğunu belirten Milli Eğitim Temel Kanunu’nun kabulünün 37. yılında ve milli eğitim bakanının “Öğretmenlik bir ihtisas mesleği haline geldi” diyerek “övündüğü” günlerde alınmaktadır!

Bu karar, bilimsel olarak “eğitim fakültelerinden mezun olmayan öğretmenlerin, kendi alanlarında (fizik, kimya, matematik vb.) iyi yetişmiş olsalar bile öğretim metotları, öğrenme teorileri, öğrenme psikolojisi, öğrencilerle etkili ilişkiler kurma vb. alanlarda, kısaca mesleki formasyon (öğretmenlik formasyonu) konusunda çok yetersiz (Education Week, 13 Şubat 1985) kaldıklarını bile bile alınmaktadır!

Bu karar, dünyaca tanınmış psikolog Skinner’ın, “… işte bunun için öğretmenler eğitim fakültelerinde yetiştirilmelidir” (Education Week, 3 Ekim 1983) görüşünü benimseyen yerli yabancı on binlerce eğitimcinin düşüncesini hiçe sayan ve bilimsel tutarlığı olmayan bir karardır!
Bu karar, şu anda işsiz olan öğretmenler ile eğitim fakültelerinde okuyan öğrencileri arkadan hançerleyecek bir karardır.

Bu karar, öğretmeni sömürmeye ve daha düşük ücretle çalıştırmaya yönelik bir karardır.
Bu karar, meslek liselilere uygulanan katsayı konusundaki Danıştay kararı üzerine, “Hukuku da arkadan dolanacağız" diyen YÖK başkanının, katsayıyı kaldırarak yapamadığını hukukun arkasından dolanarak gerçekleştirmesi kararıdır.

Bu karar, eğitim fakültelerinin artık niteliğe önem vermesini fakülteye gelen öğrencilerle mezun olanları irdelemeye kalkışmasını öğrenciyi özgürleştirip onun kendini gerçekleştirmesine yardımcı olacak ve cumhuriyetin temel değerlerini benimsemiş öğretmeni yetiştirme arayışlarına girmesini önleyecek bir karardır. Çünkü bir öğretim üyesine düşen öğrenci sayısı itibarıyla en kötü durumda olanlar fakülteler eğitim fakülteleridir. Çünkü eğitim fakültelerinde haftada 40 saat ve hatta daha fazla derse girmek zorunda olan öğretim elemanları vardır. Çünkü lisans öğrencisi sayısına oranla eğitim alanında doktora yapanlar, ilahiyatta doktora yapanların üçte biri kadardır. Bu durumda olan fakültelere, işsiz öğretmen sayısını artıracağını bile bile bir de sertifika yüklemek, eğitim fakültelerinin işlevini bitirmek anlamına gelmektedir.

Bu konu, bir tek eğitim bilimci üyesi bile bulunmayan ve Eğitim Komisyonu Başkanlığı’nı yıllarca bir ilahiyatçının ve bugünlerde de bir ziraatçının yaptığı YÖK’ün aklına (!) gelmekte, YÖK’ün atadığı ve genellikle eğitimci olmayan dekanlarca desteklenmektedir!
Bir yanda YÖK ilahiyatçıların yaşam alanını genişletmek için elinden geleni yapmaktadır. Öte yanda eğitim fakültelerinin üniversiteye bağlanmasını hâlâ benimseyememiş olan fen-edebiyat fakülteleri, zor günler yaşamaktadır. Fen-edebiyat fakültesi mezunları iş bulamamaktadır. Bu fakülteler temel işlevlerini yerine getiremez duruma düşmüşlerdir. Fen-edebiyat fakültelerinde bilimsel tutum ve anlayış kaybolmakta, Biyoloji alanında bile yaratılış düşüncesini benimseyen akademisyenlerin sayısı artmaktadır. Ayrıca eğitim fakültelerine giderek daha yüksek puanlı öğrencilerin gitmesi fen-edebiyatları rahatsız etmektedir. Sertifika kararı bu gerçeklerin üstünü örteceğinden, bu kesimler tarafından bilimsel ve eğitsel kaygılar bir yana itilerek kolayca benimsenmektedir.
Fen-edebiyat öğrencilerine 7-8 mühendislik dersiyle ilgili alanlarda mühendislik yapma hakkı verilmesini kimse düşünmemektedir. Kimsenin aklına örneğin, 7-8 dersle ziraatçıdan ormancı ya da ormancıdan ziraatçı yapalım düşüncesi de gelmemektedir. Kimse, lise mezununu altı ayda polis yaparız, polis akademilerini kapayalım da dememektedir. (Menderes dışında) “Orduyu yedek subaylarla idare ederim” diyenler de yoktur. Ancak ülkenin en can alıcı konusunda, insan yetiştirme konusunda, fen-edebiyatçılar bir türlü bu düşünceden kendilerini kurtaramamaktadır.
10 yıl kadar önce, bir eğitimci profesör arkadaşımla öğle yemeği yerken aramıza katılan genç bir mühendis akademisyen, gözümüzün içine baka baka, “Eğitim nedir ki? Bir iki ay oturup çalışsam hallederim” diyebilmişti! Bu anlayışa sahip olup eğitim bilimlerini küçümseyenler ve “Bilen öğretir” sananlar, sertifika kararının alınmasını kolaylaştırmaktadır.

Bir üniversitede, eğitim fakültesi bu sertifika konusunda henüz görüş oluşturmamışken, o üniversitenin fen-edebiyat fakültesi, sertifika programı kendi sorumluluk alanlarına giriyormuşçasına, bir sertifika programı taslağı hazırlayıp eğitim fakültesine göndermiştir. Bununla da yetinmeyip taslaklarında, bir eğitim dersi olan, etkin ve yetkin formasyon sahiplerince verilmesi gereken “öğretim yöntemleri” dersini, fen-edebiyat dersi olarak göstermişlerdir! Bu taslak, fen-edebiyat fakültelerindeki genel eğilimin, eğitimi ve eğitim fakültelerini nasıl algıladıklarının bir göstergesidir.

Akademisyenler içinde fencilerin sosyal bilimcileri, kimi sosyal bilimcilerin de diğer sosyal bilimcileri küçümsemeleri, yalnız Türkiye ile sınırlı olmayan bir durumdur. Temel sorun, YÖK’ün ve kimi akademisyenlerin bu tür haddini bilmez tutumları ve eğitimi nasıl algıladıkları sorunu değildir.

Temel sorun, eğitim fakültelerinin öğretmen okulları, eğitim enstitüleri ve köy enstitülerinden miras kalan genlerine sahip çıkma sorunudur. Temel sorun, eğitim fakültelerinin rüştünü ispat etme sorunudur. Temel sorun, eğitimcilerin, öğretmenlik mesleğine, eğitim bilimlerine, eğitim fakültelerine, kendi onurlarına ve ülkenin geleceğine sahip çıkma sorunudur.

Evet, hiç abartısız, konu bu denli yaşamsaldır ve bu denli önemlidir.
[email protected]