Çıkmaza sokulan tartışmalar

Herkesi ilgilendiren konular peş peşe gündeme geliyor. Tartışmalar, sanki birbirini gölgede bırakıp gerçek gündemi saklarcasına bir süreç izliyor. Yeni anayasa derken, referandum devreye giriyor. ABD’nin Temsilciler Meclisi’nde Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili bir tasarı komisyonda kabul edilirken yurt dışına askeri müdahale yapılmasıyla ilgili tezkere gündem konusu oluyor. Bu arada, tartışılan konulardaki öz arka planda kalıyor ve tartışmalar da bir yere vardırılmıyor.  

Yeni anayasa deyince, anayasada yer alması/almaması gereken maddeler ya da konular öne çıkıyor. Yeni anayasa taslağını hazırlayan üç-beş kişi, çalışmalarını toplumdan fellik fellik saklıyor; yalnız onları görevlendirenlere bilgi veriyor, sonra bilgi vermek için soluğu Avrupa Birliği’nde (AB) alıyorlar. Hazırlanan taslağın kimin için olduğunun ipuçlarını veriyorlar. Tüm ülkenin geleceği söz konusu olduğu bir anda, din dersi ve türban konuları gündemi dolduruyor, hedef saptırılıyor. Anayasaya, “yükseköğretimde türban serbesttir” sözcüğünü eklemeyi düşünebilenler, bir türlü, “eğitim bir haktır ve yurttaşlar için parasızdır” diyemiyorlar, vakıf üniversitesi saçmalığını akıllarının ucuna bile getirmiyorlar. Tam da tersine, yeri geldi havasını vererek, üniversitelerin kendi gelir kaynaklarını üretmesi, yani eğitimi bırakıp bir işletmeye dönüşmesi konusuna anayasada yer verilmesini savunabiliyorlar.

Halk arasında askerlik görevinin bitimi anlamına gelen ve terhis olacakla ailesini sevinçlere boğan “tezkere”, bugün, askerlik süresinin uzaması olasılığı yanında, mal ve gencecik canların kaybı anlamına gelecek bir içerikte karşımıza çıkıyor. Enine boyuna düşünmeyenler seviniyorlar. Bugüne kadar bilmem kaç kez Kuzey Irak’a girilmiş olmasına karşın pek bir değişiklik olmadığı yadsınıyor ve olayın nerelere varabileceği düşünülmüyor. İnsana değer verenlerin, savunma amacı dışında en temel değer olan insan yaşamını hedef alan süreçleri benimsemesi kolay mı? 

11. cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi konusunda çalakalem hazırlanan taslak mecliste kabul edilmişti ve bu konuda referandum yapılması kararlaştırılmıştı. 11. cumhurbaşkanını meclis seçince işler karıştı. Referanduma konu olan maddelerin oylanmasına gümrük kapılarında başlandıktan çok sonra, meclis, oylanmaya başlanan maddeler üzerinde apar topar değişiklik yaptı. Bugüne kadar oylanan maddeler ile Pazar günü sandığa gideceklerin oylayacağı maddeler farklılaştı. Bir demokrasi garabeti yaratıldı. Bu garabetin baş aktörü olan hükümetin uygulamalarına bakın. AKP’nin, yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da her türlü sömürüye karşı çıkma basiretini, kararlılığını ve tutarlılığını gösteremediği, ABD’nin de AB’nin de dümen suyunda gittiği görülüyor. AKP, uyguladığı dış siyaset ile neredeyse var olan ya da yeni ortaya çıkan sorunların üstesinden gelebilme başarısını gösteremiyor. AKP, dost diye sarıldığı ABD’nin teröristlere silah verdiğini söylüyor. Büyük Ortadoğu Projesinde eş-başkan olduğunu sanan AKP lideri, Ermeni olaylarıyla ilgili tasarının ABD’nin Temsilciler Meclisi’nin ilgili komisyonunda kabul edilmesini engelleyemiyor. Hükümetin siyasal basiretsizliği, tezkere gibi sonucun nereye varacağı bilinmeyen önlemlerle giderilmeye çalışılıyor. 

İşin bir başka garip yanı da, Türkiye içinde ve dışında gerçekleşen olumsuzluklarda sorumluluk payı olanlar, bu süreçlerde pirim yapıyor. Tezkere sürecinde, “Kasımda Bush’la bu konuyu görüşeceğim” diyen AKP lideri birden böbürlenmeye, sağa sola efelenmeye başladı. Bush’un bir telefonuyla Ermeni konusundaki tasarıya destek veren Temsilciler Meclisi üyesinin desteğini çektiğini gazeteler yazıyor. Kimileri seviniyor; içeriğini bilemediğimiz hangi ödünler karşılığında Bush’un telefon ettiğini düşünmüyoruz bile. 

Mehmet Altan, 14 Ekim 2007 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yer alan söyleşide gayet veciz (!) bir açıklama yapıyor: “AKP dış dünyanın aklını aldığında çok doğru işler yapıyor” diyor. Dış dünyanın (ABD’nin, Avrupa Birliği’nin, Dünya Bankası’nın, IMF’nin ...) aklının, anamalcı sömürüyle sınırlı olduğu biliniyor. M. Altan bu sözleriyle, dış dünyanın aklına uyan AKP’yi en demokrat parti olarak öne çıkaran kalemşorların niyetlerini, neden böyle yaptıklarını bir cümlede açıklamış oluyor. 

Bu kalemşorlar, AKP’nin dış dünya odaklı her kararını gözü kapalı bir biçimde destekliyor. Bunların çoğu, ABD’nin Irak’a saldırması sırasında “1 Mart Tezkeresi”nin meclisten çıkmasını istemişti. ABD/AB bugünkü tezkereyi desteklese, bu kalemşorlar da destekleyecekler. Onlar için temel olan bireye, ülkeye, demokrasiye, hak ve hukuka özgü düşünceler değil, dış dünyanın aklı! Bu kalemşörler, dış dünyanın aklına uyduğu sürece AKP’nin iç dünyada istediği gibi at koşturmasına da pek ses çıkarmıyorlar. Hatta zaman zaman AKP’ye yapmak istedikleri saçmalıkları gerçekleştirebilmesi için yol da gösteriyorlar. Örneğin, türban konusunda, “bu konuyu anayasa maddesi haline getirmeye çalışmayın, cumhurbaşkanının atayacağı rektörler aracılığıyla bu işi üniversitede hal ediverin” diyorlar. 

Din dersine ve türbana anayasada yer verilmesine karşı çıkmak kolay da, birileri çıkıp, “Devlet yükseköğrenim görmüş kişilerin akıl sağlığını korumak için gerekli önlemleri alır” maddesinin anayasaya konmasını önerse, ne yaparız bilemiyorum.