Bunun neresi ılımlı!

Çocukların ve ailelerin önemli bir bölümünün, OKS ve ÖSS gibi sınavlar sırasında, basiretlerinin bağlanmaması ve zihinlerinin iyi işlemesi için, büyük bir inançla okuyup üflemelerine alışığız. Hatta, ‘Çocuğum kazanırsa” umuduyla adak adayanlarımız da çok. Hatta din adamlarının önderliğinde toplu dualara da alışığız. İnsanlar, ibadet ederken ya da aklına geldiğinde, kendisi, yakınları, yurttaşları ve tüm insanlık için tanrılarına yakardıkları gibi yağmur duası da yaparlar. Adak adamak (İslam’la bağdaşmayan ve İslam öncesi inanışlardan kalan gelenek de olsa) ve dua etmek insancıl davranışlardır, olabilir ve doğaldır. 

Ancak bu tür olayların değişik ir ivme kazandığı görülüyor. Örneğin, bir AKP milletvekilinin, “Bence Ankara’da yağmur görev süresi bitip de hâlâ bu görevde oturan bir kişi olduğu için yağmıyor” demesini (Vatan Gazetesi, 23 Ağustos, 2007), o günkü Cumhurbaşkanına olan sevgisini (!) gösteriyor diyerek geçiştirilebiliriz diyelim. Belediye başkanlarının yağmur dualarına çıkmalarına ya da Başbakan’ın, aralarında Müslüman olmayan öğretmenlerin de bulunabileceği öğretmen atamaları sırasında, “Göreve ‘ya Allah bismillah’ diyerek başlayacağınız yerler hayırlı olsun” demesine (Radikal Gazetesi, 23 Ağustos, 2007) ne demeli? 

Anlaşılan, diyecek pek bir şey de kalmamış: 22 Temmuz seçimlerinin hemen sonrasında Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in yaptığı ve gazetelere yansıyan bir araştırmanın bulguları gayet açık! AKP’ye oy veren seçmenlerin yüzde 83’üne, MHP’lilerin yüzde 63’üne ve CHP’lilerin yüzde 14’üne (bu üç parti dışındaki partilere oy verenlerin de en az yüzde 20’sinin böyle düşündüğü varsayımıyla tüm seçmenlerin % 55 kadarına) göre, “Bir kadının plajda, havuzda mayoyla dolaşması günah”mış. AKP, MHP ve CHP seçmenlerinin toplamının yüzde 60’ına göre, “Cumhurbaşkanının dindar olması önemli”ymiş.  AKP seçmeninin yüzde 53’üne, MHP’lilerin yüzde 30’una ve CHP’lilerin yüzde 12’sine (toplam seçmenin %35’ine) göre, “Lokantalar Ramazanda kapalı kalmalı”ymış. Durun, bitmedi, daha da vahimi var: AKP seçmeninin yüzde 59’una, MHP’lilerin yüzde 46’sına ve CHP’lilerin yüzde 15’ine (toplam seçmenin %40’ına) göre de, “Dünyayı ve evreni anlayabilmek için dini kitaplar bilimsel buluşlardan daha önemli”ymiş. Bu durumda, belediye başkanlarının duadan medet ummaları da başbakanın böyle konuşması da pek şaşırtıcı olmuyor. Meğer birileri bizi ılımlısıyla oyalarken, İslam’ın koyusuna dalmışız da haberimiz yokmuş! 

Bir toplum düşünün, anayasasına göre, yaklaşık 80 yıldır “laik”. Bir toplum düşünün, 1973’ten bu yana yürürlükte olan ve bu arada birkaç kuşak insanın yetiştiği Milli Eğitim Temel Kanunu’nun ana ilkelerinden ikisi “laiklik ve bilimsellik”; bu yasanın amaçları içinde de “laiklik, bilimsellik ve çağdaşlık” gibi öncelikli amaçlar var. Bir toplum düşünün, 1950 sonlarında ve 1960 başlarında yapılan araştırmalar göre, lise ve üniversite gençliği, batı gençliği gibi “laik ve çağdaş dünya görüşüne sahip”. Ve de, 1950–1960 gençliğinin çocuklarının da seçmen olduğu günümüzün yetişkinlerinin yüzde kırk kadarı bilimsel buluşları önemsemiyor. Okumaz yazmazların hepsinin böyle düşündüğünü varsaysak (ki pek doğru bir varsayım olduğunu sanmıyorum, içlerinde sağduyulu olanlar çok) yine de öğrenimden geçmiş 10–11 milyon yetişkinimizin böyle düşündüğünü söylemek olasıdır. Bu durum bizi, “eğitim sistemimiz” açısından, OKS ve ÖSS sonuçlarının göstermediği bir gerçekle yüz yüze getirmektedir: Okullarımız, bir ilkokul öğrencisinin edinmesi gereken bilimsel dünya görüşünü bile kazandıramıyor. 

Bu arada, AKP’li seçmenin yüzde 53’ünün, MHP’lilerin yüzde 73’ünün ve CHP’lilerin de yüzde 90’ının (diğer partilere oy verenlerin % 80’inin de böyle düşündüğünü varsayarak toplam seçmenlerin %68’inin), “Din ve dünya işleri birbirinden ayrılmalı” demesi içimizi biraz ferahlatıyorsa da bu yanıltıcı bir durumdur. Anlaşıldığı kadarıyla (yukarıdaki bulgular doğruysa), kimileri için din ve dünya işleri birbirinden ayrılsa da, dünya işlerinde de bilimsel bulgular değil dini kitaplar geçerli olacaktır. 

40 küsur milyon seçmenin bin bilmem kaç kişilik örneklemle nasıl temsil edildiği ve de bir siyasal parti liderini en dürüst lider yapacak soruların nasıl sorulduğu gibi Esmer’in araştırmasına yönelik kimi kuşkular varsa da, kimsenin, yukarıda özetlenen toplumsal eğilimlerle ilgili olarak, “Yo, burada bir yanlışlık var” diyecek hali de yok. Bilimsel düşünceye ve laik anlayışa bu kadar uzak duran kesimin bu yoğunluğa ulaşması, suçu yalnız ABD’nin yeşil kuşak uygulamasına atarak ya da “bilimsel ve laik görüşte olanlar da az değil” diyerek geçiştirilemeyecek bir noktaya geldiğimizi gösteriyor.