Bu durum sürdürebilir mi (III)?

Anayasa Mahkemesi (AYM), 7 Mart 1989 tarihli türban kararında, laiklik için, “egemenliğe, demokrasi ve özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım, siyasal, sosyal ve kültürel bir yaşamın çağdaş düzenleyicisidir... Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece siyasal yaşamın kaynağı bilim ve hukuk olur” demektedir. AYM, 16 Nisan 1998 tarihli kararında da, “Laik devletin doğası gereği resmi bir dini bulunmaması belli bir dine üstünlük tanınmamasını, onun gereklerini yasalar ve diğer idari işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirir. Bu bağlamda, laik bir devlette belli bir dinin eğitim ve öğretimi zorunlu hale getirilemez” demektedir. Hukuksal açıdan AYM’nin bu tür kararları, diğer mahkemeler için benzer konularda karar verirken uymaları gereken içtihat niteliğindedir. AYM’nin bu laiklik yorumu, Batıdaki laiklik yorumuyla eşdeğerdir. Bu nedenle, AYM’nin Anayasa’nın laiklik ilkesine aykırı bulduğu için verdiği kararlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da onaylanmaktadır.  

Bilindiği gibi, toplumsal yaşamın çimentosu tarafsız yargıdır, hukukun üstünlüğüdür ve adalettir. Yargının bağımsızlığını sağlayan en temel etken ise laiklik ve insanların yasa önünde eşit olmasıdır. Yargıçla akademisyenin cüppesinde (bağımsız oluşlarının ve hiçbir güç karşısında eğilmediklerinin göstergesi olarak) düğme ve ilik yoktur. Ancak son zamanlarda yargının tarafsızlığını yitirdiğini gösteren ve aşağıda örneklenen olaylar hızla çoğalmaktadır: 

Cumhurbaşkanı A. Gül’ün 27 Haziran 2014'te Hürriyet yazarı Taha Akyol'a yaptığı “AYM’nin mevcut 17 üyesinden 11’ini ben atadım” açıklamasından anlaşılacağı üzere, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği sonrasında, AYM ve diğer üst yargı organları, yandaş bir yapıya dönüşmüştür ( H. H. Karakullukçu’nun Danıştay Başkanlığı’na seçilmesi üzerine, Bülent Arınç’ın, “Kurban olduğum Allah, verdikçe veriyor[1]” demesi de, bu nedenledir).
Anayasal Cumhuriyet rejimini kollamakla görevli olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, 22 Mayıs 2015 günü görevini yeni başsavcıya bırakırken, “Birilerini rahatsız etmeden görevini yapacağına inanıyorum[2]” demiştir.   

Ergenekon ve Balyoz davaları gibi uyduruk davalar açılıp suçsuz insanlar aylarca tutuklu kalmış ve akıl-almaz cezalara çarptırılmıştır.
Bir savcı sanığa, “Kuran’da Cin Suresi var, sen Kuran’a inanmıyor musun?” diye sorabilmiştir.
Bir mahkeme karar verme aşamasında, Diyanet İşleri Başkanlığı’na danışmıştır.
Laiklik konusunu açıklamaya kalkan gençler ve savaş karşıtları gibi muhalifler tutuklu yargılanırken, şortlu kadınlara saldıranlar ve katillikle suçlanan polisler tutuksuz yargılanmaktadır.
2016'da yaklaşık 23 bin cinsel istismar suçu cezasız kalmıştır.
Çocuklara tecavüz edildiğinde, çocuğun rızası var” diyerek ceza indirimine gidilebilmektedir.  
Kadın katillerine ve tecavüzcülere “iyi hal” indirimi yapılmaktadır.
Solculara/muhaliflere hakaret edenler dava edildiğinde, “Demokratik haklarını kullanıyorlar” gerekçesiyle dava açmayan savcılar, sağcılara/yandaşlara yönelik benzer nitelikteki hakaret suçlamasında hemen dava açmaktadır.  
Cumhuriyet Savcılarının kura çekme töreni, AKP liderinin/Cumhurbaşkanı’nın mekanında yapılmıştır.  
Barış bildirisine imza atan akademisyenlere, herhangi bir kanıt olmadığı halde, “teröre destek verdikleri” suçlamasıyla hapis cezası verilmektedir. 
Mecliste kabul edilen yasaları iptal yetkisinde olan AYM, 20 küsur kişiden oluşan bakanlar kurulunun çıkaracağı OHAL KHK’lerine karışmamaktadır.
OHAL ile ilgili olmayan (rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanması gibi) KHK’ler geçerli sayılmaktadır.
AYM son yıllarda, 4+4+4 yasası gibi, Anayasa’nın laiklikle, bilimsellikle ve eşitlikle ilgili 2., 10., 42. ve 58. Maddelerine, Anayasanın başlangıç ilkelerine ve AYM’nin yukarıda değinilen kararlarına aykırı olan hiçbir yasa maddesini iptal etmemiştir/etmemektedir.
Danıştay son yıllarda, Anayasa’nın 2., 10., 42. ve 58. maddeleri ile Anayasanın başlangıç ilkelerine aykırı olan iktidarın uygulamalarını (DKAB dersinden sınavda soru sorulmasını, okulların imam hatibe dönüştürülmesi, gerici 2017 öğretim izlencesini,… ) iptal etmemiştir/etmemektedir.    
Yüksek Seçim Kurulu, 16 Nisan halkoylamasında mühürsüz oyları geçerli saymıştır. 
Fetöcü diye üst yargı organlarına atananlar, şimdi Fetöcü diye meslekten atılırken yerlerine kimlerin getirildiği bilinmemektedir.
Yargıç/savcı olarak atananların önemli bir bölümü, AKP üyesi kişilerdir.
Türbanı serbest bırakan herhangi bir yasa değişikliği olmadığı halde,

*Türbana karşı çıkan bir profesöre hapis cezası verilebilmektedir.

*Bir Danıştay hakimi, okullarda başörtüsü serbestisi getiren yönetmelik

   maddesinin iptali talebini reddetmiştir.

*“Türban dinsel simge, avukat duruşmada takamaz” diyen hakime ceza

verilmiştir.  

Danıştay Başkanı, “16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle Anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha da belirgin hale getirilmiştir" diyebilmektedir.
AKP 25. dönem milletvekili Hukukçu Pınar Hacıbektaşoğlu, Türkiye'de mahkemelerin iktidarın söylemine göre kararlar verdiğini belirtip “Hükümet bir gazete haberini ve köşe yazarını eleştirebilir. Ancak mahkeme kararını verirken bunlardan etkilenmemeli” demektedir.
Görevinden istifa eden Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, “Çürümüş yargı sisteminin bir parçası olarak kalmak, bozulan yargı sistemini düzeltmek artık imkansız hale geldi. Türkiye'de şu an yargıçlar Hitler dönemi Alman yargıçlarına benziyor” demektedir.

Bu ülkede huzur ve güven içinde yaşayabilmemiz için, yargı sisteminin değişmesi zamanı gelmemiş midir?

okç[email protected]

[1]https://bianet.org/bianet/diger/130603-arinc-kurban-oldugum-allah-verdik...

[2] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/birilerini-rahatsiz-etmeden-gorev-yap-...