Bir vakıf üniversitesinden şaşırtan oyunlar!

YÖK, 10 Mart 2011 günü yayımladığı “Yükseköğretimin Yeniden Yapılanmasına Dair Açıklama” ile üniversiteleri ticarethaneye dönüştürme girişimini başlatmıştı. YÖK o günden bu yana, İstanbul’da Uluslararası Yükseköğretim Kongresi’ni toplayarak, kendi yandaş paydaşlarıyla çalıştaylar düzenleyerek, hazırlıklarını sürdürüyor. YÖK’ün ağırlıklı olarak vakıf üniversitelerinde çalışanlarla teşriki mesai yaptığı görülüyor. Kongrelere de daha çok vakıflardan çağırıyor, çalıştaylara da. TÜBİTAK ve hatta YÖK başkanı bile vakıflardan seçiliyor.

Üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesinin bir yolu, fen-edebiyat fakültesi öğrencilerine, öğretmenlik sertifikası verilmesinden geçiyor. Böyle bir sertifika için insanlar akılalmaz paralar harcamaya razı oluyor.

Bir vakıf üniversitesi, YÖK ile yakın ilişkilerden esinlenmiş ya da sezinlemiş olmalı ki, 26 Haziran 2012 günü, “Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlerin yetiştirilmesi ve istihdamı çalışmalarına akademik katkı sağlamak üzere” İstanbul’da bir toplantı düzenliyor.

Öğretmen yetiştiren yerin bakanlık değil de, eğitim fakülteleri ve üniversiteler olduğunu bilenler, ilk şaşkınlıklarını bu noktada yaşıyor.

Toplantının konu başlığı, “Öğretmen Yetiştirme: Fen, Edebiyat, Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri” olsa da, toplantıya o üniversite dışından (ortaya dökülen yazılardan anlaşıldığı kadarıyla) bir tek eğitim fakülesi dekanının çağrılmış olması da insanı şaşırtıyor.

Bu toplantının, o vakıf ünivesitesinde eğitim fakültesi olmasına karşın, “fen-edebiyat fakültesinin ev sahipliğinde” yapılmış olması da şaşırtıcı oluyor.

Bu toplantıya katılanlar, 13 maddelik önerilerini bir “Sonuç Bildirisi” ile kamuoyuna sunarken, ilgili paragrafa, “Türkiye’de öğretmen yetiştiren kurumlar olarak Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakülteleri” sözleriyle başlıyorlar!

Bu ifadeyle, fen-edebiyat fakültelerinin öğretmen yetiştiren kurumlar olarak kamuoyuna yutturulmaya kalkışılması da, insanı şaşırtıyor.

Mühendislik fakültesi öğrencilerinin fen fakültelerinden aldığı dersler belki de fen dersleri öğretmenlerinin fen fakültelerinden aldığı derslerden daha fazla olduğu halde, fen fakülteleri mühendis yetiştiren fakülteler olmuyorlar da, öğretmen yetiştiren fakülteler oluyorlar! Öyle mi?

Fen fakülteleri, mühendis yetiştiren okullar olmadıkları gibi öğretmen yetiştiren okullar da değildir. Fen-edebiyat fakültelerinde zaman zaman asker öğrencilerin okuması, onları subay yetiştiren fakülte yapmadığı gibi, öğretmen adaylarının o fakültelerden ders alması da, o fakülteleri öğretmen yetiştiren kurum yapmamaktadır.

Öğretmen yetiştirme tarihimizde, son yıllardaki kafa karışıklığına kadar, hiçbir zaman fen-edebiyat fakülteleri öğretmen yetiştiren kurumlar olarak algılanmamıştır. Osmanlı bile, fen-edebiyat fakültesi açmadan yıllar önce öğretmen yetiştiren okulları açmaya başlamıştır. 1980’lere kadar öğretmen yetiştiren kurumlar, üniversitelerden bağımsız kurumlardır. 1970’lerde kapatılan yüksek öğretmen okulları bile, öğrenciler derslerini fen-edebiyatlardan almış olsalar da, üniversiteden bağımsız olan kuruluşlardır. Öğretmen yetiştirme görevi 1982 yılında fen-edebiyat fakültelerine değil, eğitim fakültelerine verilmiştir. Hatta 1997 yılına değin, eğitim fakültelerinin çoğunda öğrenciler fen-edebiyat derslerini fen-edebiyat fakültelerinden değil de, kendi fakültelerinden almışlardır.

İşin özünde, öğretmen yetiştiren okul ifadesini kullananlara, önce fen-edebiyat fakültesi mensuplarının karşı çıkmaları ve “Bizim işimiz öğretmen yetiştirmek değil, bilim yapmaktır, bilgi üretmektir, doğayı, insanı, geçmişi, sanatı, gerçeği ve güzellikleri araştırmaktır” demeleri bekleniyor. Ancak burası Türkiye’dir anlamların yozlaştırılıp ters-yüz edildiği bir ülkedir! Her şey olabilmektedir.

Evrim kuramına karşı yaratılış düşüncesini benimseyenlerin sayıları bu fakültelerde her gün artıyor. Felsefe, sosyoloji ve psikoloji bölümlerinde ilahiyatçıların istihdam edilmesi yaygınlaşıyor. Siyasal erk, türban ve din-iman deyip durur ve ulemaya danışırken bilime ve sanata karşı çıkıyor, fen-edebiyat mezunlarına iş ve çalışma olanakları yaratmıyor. Fennin, bilimin, gerçeklerin, aklın, araştırmanın, insanın ve insani değerlerin önemi yok olunca, bu fakültelerin varlığı ve işlevi de ister istemez sorgulanıyor.

Yukarıda değinilen sonuç bildirisindeki 8’inci öneri “Fen-Edebiyat Fakültelerinin zayıf düşürülmesi” ve 11’inci öneri de “Fen-Edebiyat Fakültelerinin feda edilmesi” ifadeleriyle başlıyor. Bu ifadeler, bir yandan kimi fen-edebiyatçıların fakültelerinin işlevini sorguladıklarını ve içinde bulundukları kuşkuları yansıtıyor. Öte yandan da, bu toplantının neden “fen-edebiyat fakültesinin ev sahipliğinde” yapılmış olduğunu fen-edebiyatçıların derdinin, öğretmen yetiştirmek değil, “zayıf düşürülme ve feda edilme” korkusu olduğunu açıklıyor.

Anlaşılan bu fakülteler, silkinip gerçek fen-edebiyat fakülteleri olmaya soyunmak yerine, zayıf düşürülmemeyi ve feda edilmemeyi, öğretmen yetiştiren kurum olmakla sağlamayı umuyorlar.

Fen-edebiyat fakülteleri dekanlarının bu “zayıf düşürülme ve feda edilme” korkusunu yaşamaları, insanları şaşırtıyor. YÖK çalıştaylarında neler olup bittiğini bilmeyenlerin şaşkınlığı, daha da artıyor.

Vakıf üniversiteleri için, işin içinde bir de para/kazanç var tabii. Fen-edebiyat kontenjanları dolmuyor. Vakıflar, “fen-edebiyat fakülteleri öğretmen yetiştiren kurumlardır” söylemini bir tuttursalar, deyme gitsin: Paralar gürül gürül akacak!

Vakfın bu toplantısına davet edilen tek eğitim fakültesi dekanının aynı zamanda Eğitim Fakültesi Dekanlar Konseyi (EFDEK) Yürütme Kurulu Başkanı olduğu görülüyor. Bu durum kimseyi şaşırtmıyor.

Ancak bu Başkan, insanı şaşırtan (iyi) bir şey yapıyor! Kendisi de, 4 Temmuz günü kamuoyuna geniş bir açıklama gönderiyor: “Sonuç Bildirisi katılımcıların görüşü alınmadan hazırlanmıştır. O kadar ki, bildiri metni aynı üniversitenin Eğitim Fakültesi Dekanının dahi bilgisi dışında oluşturulmuştur. … Böyle bir oldubittiyi ne bizlerin, ne de etik ve vicdan sahibi herhangi bir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir. … böyle bir metnin Sonuç Bildirisi olarak yayınlanmasını yöntem ve içerik yönünden doğru bulmuyor ve şiddetle kınıyorum” diyor.

İşin içinde iş mi var, oyun içinde oyun mu? İnsan şaşırıyor!

[email protected]