Bir “ilmi” toplantı!

İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV), İslami konularda ulusal ve uluslararası toplantılar düzenleyen ve kitaplar yayımlayan bir vakıf. Doğal olarak bu toplantılara genellikle ilahiyatçılar katılıyor. Bu toplantılarla ilgili duyurularda ve toplantılarda bilim ve bildiri gibi sözcükler yerine ilim ve tebliğ gibi Osmanlının kullandığı Arapça kökenli sözcüklere daha çok yer verilirken organizasyon, fonksiyon, seküler ve bibliyografya gibi yabancı kökenli sözcükler de kullanılıyor. İSAV toplantılarının gelenekselleşmiş bir yöntemi var: Sunulan bildiriyi bir başka konuşmacı tartışıyor. Bu nedenle toplantılarına “Tartışmalı İlmi Toplantı” adını veriliyor.

İSAV, 24-25 Nisan 2010 günlerinde İstanbul’da “Aile ve Eğitim” konusunda “tartışmalı ilmi toplantı” düzenledi. Bu toplantıda, ilahiyatçıların yanında oturumlardan birini Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi dekanı yönetiyordu, konuşmacılardan biri bu fakültenin öğretim üyesiydi, sunulacak bildirileri tartışacak iki akademisyen de İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi’nin elemanlarıydı. Bu nedenle, merak içinde toplantının açılış oturumlarını izledim.

Toplantının açılış konuşmalarında ilginç (!) vurgular yapıldı. Özetle İSAV Başkanı, “Ailenin en zayıf halkası kız çocuklarıdır” dedi. Üsküdar Belediye Başkanı, “Aile eğitimiyle ilgili olarak çok yetersiz eğitim var, kurumlar ve seminerler var” derken yetersizliğin dini öğretim alanında olduğuna değindi. Üsküdar Kaymakamı da, “Üretilen bilgilerin yüzde 97’si sermayenin yararına üretilen bilgilerdir” dese de, ilahiyat fakültesi gibi kurumları, “Hakikatin bekçisi olarak gördüğünü” belirtti!

“Ailenin Önemi ve Vazgeçilmez Fonksiyonları” konulu ilk bildiriyi sunan Atatürk Eğitim’li akademisyen olaya sosyolojik açıdan yaklaştı. Bu bildiriyi tartışması gereken Hasan Ali Yücel’li akademisyen ise, bildiriyi tartışmak yerine neredeyse kendi “dini” içerikli bildirisini sundu. Ailenin yozlaştığından ve kültür aktarma işlevini yitirdiğinden söz ederken bu bozulmanın Tanzimat ile başladığına değindi. Sonra hızını artırarak, insanların kurban kesmek yerine deniz aşırı ülkelere giderek tatil yapmalarından, okullarda Hz. Peygamber’in adının silindiğinden, teravi namazının camilerde kılınmaz olduğundan yakınmaya başladı! En sonunda da, aileyi kurtaracak formülü açıkladı: “Kuran hakkıyla okunmalı” dedi!

Bu konuşma sonrasında oturumu yöneten dekan, eski sözcüklere ağırlık verdiği kısa konuşmasında “Burada tespit yapıyoruz” ve “1924 yılında kabul edilen Öğretim Birliği Yasası günümüzde önemini yitirdi” deyip toplantıdan erken ayrılma nedenini dinleyicilere “arz” etti. Dekan toplantıdan ayrılsa da kullandığı sözcüklerle öğretim birliği ile ilgili yorumu akıllara çakılı kaldı.

Sonra bir ilahiyatçı, “Ailenin Açık ve Örtük Sekülerleşmesinin Sosyolojik Analizi” üzerine bir bildiri sundu. İnsanların dini referanslarının azalmasından yakınarak örtük sekülerleşmeyi, “İnançlara aykırı davranış göstermek” olarak tanımladı. İlahiyat fakültelerinde okuyan öğrenciler arasında bile görüldüğünü söylediği evlilik öncesi cinsel ilişkinin sekülerleşme olduğunu belirtip zina yasasının çıkmamasından yakındı. Resmi nikahın, miras hukukunun ve doğan çocuklara ad verirken dini adların kullanılmasındaki azalmanın örtük sekülerleşme olduğunu belirterek “Ailenin sekülerleşmesi, aile müessesini bozuyor” dedi! Bu bildiriyi tartışacak genç ilahiyatçı da, tartışma yerine kendi örtük sekülerleşme örneklerini vermeye başladı. Doğum oranının düşmesini- ailede çocuk sayısının azalmasını, kürtaja olumlu bakılmasını, evlenme yaşının yükselmesini, dünyevi başarıya önem verilmesini, erkeklerin eşlerine yardım etmesini de sekülerleşme göstergeleri olarak sundu! En nefret ettiği şeyin, “Kişisel gelişim söylemi” olduğunu açıkladı!

Bir sonraki oturumun başkanı, İSAV’ın dini konuları merak edenlere ve çözüm arayanlara ışık tuttuğunu, İslam dininin kadının değerini gün yüzüne çıkardığını, (Alevilerle ters düşme pahasına) “Halife Ömer’in Hz. Peygamber’den sonra gelen en büyük devlet adamı olduğunu” belirtti!
Bu oturumun ilk konuşmacısı ilahiyatçı genç bir kadın, “Hz. Peygamber’in Sünnetinde Kadın Eğitimi” konusunda 1300 yıl kadar önce olanları büyük bir coşkuyla anlattı. O kadar coşkuluydu ki, iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denk tutulsa da, kadına erkeğin yarısı kadar miras hakkı verilse de, hem erkek hem de kadın dinleyiciler tarafından çılgınca alkışlandı. Bu bildiriyi tartışacak Hasan Ali Yücel’li akademisyen bayan da, başörtüsüyle ve eğitsel değil de dinsel söylemleriyle dikkat çekti.

Olaylara daha çağdaş yorumlar getirip imam-müftü gibi din adamlarının ufkunu açması beklenen ilahiyatçı akademisyenlerin yüzyıllar öncesinin anlayışını aşamayan yorumlarına ve öğretmen yetiştiren Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi’nden gelen akademisyenlerin tutucu yorumlarda ilahiyatçılara taş çıkarmasına şaşıp kaldım. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasına karşı çıkan bir parti lideri Fransız’ın, “Bizde bir papaz bile laik yurttaştır” demesini anımsamanın iç sızısıyla “ilmi” toplantıyı daha fazla izleyemedim.

[email protected]