Başbakan’ın Medya konuşmasının öğretileri

Başbakan’ın medya mensuplarını toplayıp Dolmabahçe’de attığı nutuk, bir kısım medya mensubu için işkenceye dönüşmüş olabilir. Olayları yakında ve tarafsız bir gözle izleyen medya mensubunun yaşadıklarının ve gördüklerinin tam da tersini içeren bir nutuk dinlemesi herhalde kolay olmamıştır. Dinlediklerinin günlük yaşamda tanık olduklarıyla uyuşmadığını görüp sinirden televizyonu kapatmak kolay da, o toplantıyı terk etmek kolay mı?

Başbakanın medyaya hitabı, değişik öğretileri içeriyor. Öğretilerin bir bölümü açık ve net olurken bir diğer bölümü, “arif olan anlar” türünden oluyor.

Başbakan açıkça, “Türkiye'de çok önemli bir zihniyet dönüşümü gerçekleşmeye başladı. (Referandum) Türkiye'nin demokratikleşme yolunda çok önemli bir mesafe kaydettiğini, demokrasiyi içselleştirdiğini, her sorunu demokrasi içinde çözme kültürünü artık kazandığını gösteriyor. Çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yok. Bugün sorunları aşmak noktasında her zamankinden daha fazla umutluyuz” diyor.

Doğru da söylüyor. “Bugüne kadar bazı özelleştirmelere dur diyen, yasa değişikliklerini iptal eden, on bin yoksul öğrencinin özel okullarda okutulması gibi kimi uygulamaları durduran, AKP’yi laiklik karşıtı hareketlerin odağı olmakla suçlayan kurumları, Anayasa Mahkemesi’ni, Danıştay’ı ve Yargıtay’ı değiştirdik. Artık önümüzde hiçbir engel kalmadı hangi yasayı hazırlasak kanunlaşacak, ne tür karar verirsek verelim aynen uygulanacak” demeye getiriyor.

Başbakan, ''Medyanın bizim tarafımızı tutmasını istemiyoruz ama siyasi taraf haline gelerek, birilerinin psikolojik harekatının parçası olmasını da doğru bulmuyoruz… Medya, yasamanın, yürütmenin, yargının yerini aldığında sağlıklı bir demokratik süreç oluşmayacaktır” diyor. Başbakan bu sözleriyle medyaya zılgıt atıyor: “Biliyorsunuz! Ülke kaynaklarını pazarlamaya geldik. Toplumun dincileşmesine ve sistemin de piyasalaşmasına çalışıyoruz. İstediğimiz yasayı da çıkaracağız, kararlarımızı da uygulayacağız, yargıyı da istediğimiz yönde kullanacağız. Bizim bu yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı desteklemezseniz, siyasi taraf haline gelirsiniz ona göre haa” demek istiyor.

Başbakan, ''Hükümet olarak bizim çetelerle yaptığımız mücadele, hukuksuzluğa gösterdiğimiz tepki, antidemokratik girişimlere yönelik tavrımız, zaman zaman medya tarafından görmezden gelindi, hatta eleştirildi. Türkiye'nin demokratikleşmesi, hukukun üstün kılınması, çetelerin deşifre edilmesi, medya tarafından çok güçlü bir şekilde desteklenmesi gerekirken burada da sessiz kalındı. Bu noktada sesini yükselten, haberleri cesaretle yayımlayan medya kuruluşları ise yandaş medya olmakla suçlandı” diyor. Medyaya açıkça, “Yıllardır neden tutuklu olduğunu bilmeyenler olsa da, hâlâ sonuçlanan bir dava bulunmasa da, yandaş denen medya gizli savcılık soruşturmalarını anında yayınlasa da, insanlar mağdur olsa da, hukukçuların ‘hukuk çiğneniyor’ feryatları ayyuka çıksa da, yandaş medya olun” mesajını veriyor.

Başbakan, ''Güçlü bir demokrasi istiyorsan orada güçlü iktidar, güçlü bir muhalefet şarttır. Muhalefetsiz demokrasi mümkün değildir. Muhalefetin en az iktidar kadar demokrasi mücadelesinde yerini almadığı bir süreç, eksik bir süreçtir” diyor. “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” söylemindeki gibi, medyaya söylediklerini muhalefetin de dinlemesini, her yaptıklarını desteklemesini istiyor. Sonra da, “Kapımız da, gönlümüz de herkese açık olacak” diyor. Başbakanın bu görüşleri dile getirdiği günlerde, geçmişteki uygulamalara yeni bir örnek ekleniyor: Türbana evet diyen bir prof. hiç de ilgisi olamayan bir işin, ÖSYM’nin başına getirilerek bir kez daha kapılarının kime açık olduğu gösteriliyor.

Başbakanın medya mensuplarına böylesi sözler söylediği günlerde, oyların çoğunu almasa da Marmara Üniversitesi'ne rektör yapılan Prof. Dr. Zafer Gül, başbakanla paralel doğrultuda konuşuyor (Zaman Gazetesi, 26 Eylül 2010). "Üniversitede demokratik ve özgür bir ortam olmalı. Bunu sağlamak için gerekli önlemleri alıyoruz” diyen rektör, “Dünyayı görmeyen, vizyonsuz, lokal düşünen zihniyetin artık tasfiye olacağını” vurguluyor. Üniversiteyi dincileştirmek ve piyasalaştırmak ideolojik olmuyor da buna karşı çıkanlar, rektörün deyişiyle "İdeolojik saplantılı” oluyor! Bu anlayış, Gül’ün neden rektör seçildiğini ve onların demokratik anlayışını gösteriyor, karşı görüşte olanların tasfiyesini içeriyor.

Başbakan, “1994 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra gazetelerde kendisiyle ilgili olarak ‘Muhtar bile olamaz’ manşetinin atıldığını, bu süreçte mahkum olup cezaevine gittiğini” anlatıyor. “Muhtar bile olamazsın” lafını duyanların bir bölümünün aklına, oğluna durmadan “Adam olamazsın” diyen babanın öyküsü geliyor. Öyküyü bilirsiniz. Gün gelir oğlu paşa olur ve jandarmayla babasını makamına getirtir. Babasına, “Adam olamazsın deyip durdun ama, gördüğün gibi paşa oldum” der. Babasının yanıtı şöyledir: “A oğlum ben sana paşa olamazsın demedim ‘adam olamazsın’ dedim.” Başbakan hiç ilgisi yokken geçmişini anımsatması, “Hoşlanmadığım şeyleri affetmem, günü gelince hesap sorarım haa anlamına geliyor. Başbakanın böyle demek istediğine inanmayanlara da, cemaatçi yapılanmayı hedef alan Hanefi Avcı’nın tutuklanması iyi bir örnek oluyor.

Başbakan, “Tophane'deki olayları da benzeri olayları da bu olayların ardından oluşan kaygıları da hassasiyetle izliyoruz ve tekrar yaşanmaması için gerekli her türlü tedbiri alıyoruz” diyor. Tophane sanıkları anında serbest bırakılarak, böylesi olaylarda alacakları “her türlü tedbirin” ne olacağı öğretiliyor.

Başbakanın medya hitabındaki öğretiler, şu karşıt öğretiyi de içinde barındırıyor: “Ülkenin kaynaklarının pazarlanmasına, sömürüye, hukuksuzluğa, keyfiliğe, dincileşmeye ve piyasalaşmaya karşıysanız, aklınızı başınıza toplayın. Yoksa!”

Yoksa! Ne olacağı belli değil mi?

Medya mensuplarının, nutuk bittikten sonra sormadıkları ve soramadıkları sorulara bakarak, gereken dersleri aldıkları belli oluyor.

Peki! AKP karşıtları gereken dersi aldılar mı? Onu da zaman gösterecek.

[email protected]