AKP’nin son genel kurulunun öğretileri

AKP’nin geçen hafta sonu gerçekleştirdiği 5. genel kurulu, Türkiye toplumuna zengin öğrenme olanaklarını sunmuş bulunuyor.

7 Haziran 2015 seçimlerinde halktan veto yemiş Davutoğlu, mecliste azınlığa düşmesine karşın hem hükümeti bırakmıyor, hem de meclisi çalıştırmıyor. 7 Hazirandan sonra dolar üç lirayı geçmiş, yiyecek fiyatları katlanmış ve halk daha da yoksullaşmış bulunuyor.  AKP’nin 5. genel kurulu, her gün ölüm ve yaralanma haberlerinin çıktığı, pek çok Güneydoğu kentinin savaş alanına döndüğü ve yörede yaşayanların büyük bir baskı altına alındığı, kimi kentlerde sokağa çıkma yasağı-olağanüstü durum- ilan edildiği, çoluk-çocukların öldürüldüğü ortamda yapılıyor. Yalnız Cizre’de yaşananlar bile olağanüstü durumu çoktan aşmış bulunuyor. Bu iç kargaşanın yanında, Davutoğlu’nun öncüsü olduğu Suriye politikası nedeniyle, Suriyeli göçmenler ya çoluk-çocuk boğuluyorlar ya da başka bir acı yaşıyorlar. Bu ortamda Davutoğlu, genel kuruldaki konuşmasında, “Türkiye’de sanki olağanüstü bir durum varmış gibi” diyebiliyor. Bu ifade, Davutoğlu’nun ya bir hayal dünyasında yaşadığını ve durumu gerçekçi bir şekilde algılayamadığını ya da başta genel kurulu üyeleri olmak üzere tüm AKP’liler yanında tüm halkı da saftirik yerine koyduğunu gösteriyor.

AKP genel başkanı olup bu genel kurulda da başkanlığa aday olan Davutoğlu’nun, ısrarla istediği isimlerden bir tekinin bile merkez yönetimi listesine alınmadığı ve ısrarla istemediği isimlerin ise bu listeye girdiği belirtiliyor. Bu durum, bir yandan merkez yönetimi aday listesinin, genel başkanın partinin ağır toplarıyla ve/ ya da il başkanlarıyla birlikte belirlenmeyip hukuksal olarak genel kurulun üyesi bile olamayan bir kişinin isteği doğrultusunda belirlendiğini gösteriyor. Öte yandan da Davutoğlu’nun genel başkan olmasının bir anlamı olmadığını/kalmadığını, iradenin onun elinde değil de, hukuksal olarak genel kurulun üyesi bile olamayan bir kişinin elinde olduğunu gösteriyor. Ayrıca Davutoğlu öylesine aymaz bir duruma düşmüş ve düşürülmüş bulunuyor ki, kendinin içine düştüğü durumu algılayamayıp genel kurulda bir muhalefet partisine, “Piyon durumuna düşmeyin” diyebiliyor! Bu duruma düşmüş Davutoğlu’nun Türkiye’yi yönetemeyeceği de belli oluyor.  

Geçenlerde Hürriyet Gazetesi’ne saldıranların başını çeken AKP milletvekilinin, genel kurulda divan üyeliğine seçildiği bildiriliyor. Bu tür kongrelerde, kongrenin sağlıklı geçmesi ve her şeyin demokratik kural ve geleneklere göre yürütülmesi için, genellikle kongreyi gerçekleştiren kuruluşun ağır topları ile gelecek vadeden gençleri divan üyesi yapılıyor. Hakkın, hukukun, basın özgürlüğünün savunucu olan ve demokratik yollarla iktidara gelip demokratik yollarla iktidarı bırakacak siyasal partiler, bir üyeleri basın kuruluşuna saldırdığında, o kişiyle ilişkilerini kesiyorlar. AKP genel kurulunda bu kişinin divan kurlu üyeliğine seçilmesi, onun ödüllendirildiğini gösteriyor. Bu ödüllendirmenin, kurul üyelerinin kendi özgür iradeleriyle değil de, hukuksal olarak genel kurulun üyesi bile olamayan bir kişinin isteği üzerine gerçekleştiği anlaşılıyor.  

Komşu ülkelerle dostluğu bozan, Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu kaotik durumu sürükleyip toplumsal barışı tehlikeye atan ve partisinin yeniden yapılanmasında hiçbir isteği gerçekleşmeyen Davutoğlu, nasıl oluyorsa genel kurulda tüm üyelerin oylarını alarak yeniden AKP’nin genel başkanı oluyor! Genel kurul üyelerinden bir Allah’ın kulu çıkıp ta, karşı oy vermiyor; ona karşı rakip olacağı söylenen kişi bile! Bu durum da, genel kurul üyelerinin kendi özgür iradeleriyle değil de, hukuksal olarak genel kurulun üyesi bile olamayan bir kişinin isteği doğrultusunda oy verdiklerini gösteriyor.   

Yalnız bu genel kurulda yaşanan ve yukarıda özetlenen gerçekler bile, AKP’nin, çağdaş dünyada ve demokratik toplumlarda bilinen anlamıyla “parti” olma niteliğini yitirip bir cemaate dönüştüğünü gösteriyor.

Bilindiği gibi A. Gül, AKP’nin kurucularından olup genel başkan, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak AKP’ye hizmet vermiş bir kişidir. Gül, genel kurula gönderdiği mesajında,  “İnanıyorum ki, AKP, kuruluşundaki kimliğinden ve ideallerinden kopmadan, hak ve hukuktan uzaklaşmadan, erdem ve vefa temelinde, ortak akılla hareket” edilmesi önerisinde bulunuyor. Bu mesaj, genel kurulda olup bitenlere bakıldığında AKP’nin cemaatleşme tehlikesine dikkat çeken bir nitelik taşıyor. AKP’nin kurucularında ve Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler’in de, Al Jazeera Türk’e, “Sadece CV’sinde imam hatip mezunu olduğunu gördüğümüz için birini bir göreve getirdiğimiz zaman kaybetmeye başladık” dediği bildiriliyor (Sözcü, 16 Eylül 2015). Bu açıklama da cemaatleşmenin temel niteliğini gösteriyor.

Günümüzde hâlâ sürdürülen paralel operasyonları, Türkiye’nin cemaatten neler çektiğinin ve de cemaatleşmelerden neler çekebileceğinin canlı kanıtı oluyor.

[email protected]