Aklın Karışması mı, Berraklaşması mı?

Bugüne kadar yaptığı araştırmalarla dincilerle AKP yandaşı liberallerin beğenisini kazanmış olan bir akademisyen, "Türkiye'de farklı olmak: Din ve muhafazakarlık ekseninde ötekileştirilenler" adlı araştırmasıyla mahalle baskısından söz edince, birden gözden düşüyor, haydi dincilerinkini anladığımızı sansak da, liberallerin de hücumuna ve hışmına uğruyor. Melih Gökçek'in 60-70 dolara aldığı sayaçları, Ankara halkına 300 dolara sattığı anlaşılıyor. İsrail başbakanı Erdoğan'ı Ankara'da ziyaret ettikten bir-iki gün sonra, İsrail Gazze'ye saldırıyor. Erdoğan, asıyor kesiyor, mangalda kül bırakmıyor ve arabuluculuğa soyunuyor. Libya, BM Güvenlik Konseyi'ni toplantıya çağırıyor Mısır, ateşkes ile ilgili bir plan hazırlayıp Konsey'e sunuyor Güvenlik Konseyi üyesi olan Türkiye dışişleri, sessiz kalıp olayı seyretmekle yetiniyor. Erdoğan'ın sahne almasının arkasında, siyasal gösteri ve Gazze'ye Türk gücünün gönderilmesi planı olduğu anlaşılıyor. İktisadi bunalımla birlikte emekçilerin işsiz kalması yetmiyor, doğal gaza ve temel yiyeceklere peş peşe zam gelirken ücret artışları komik düzeylerde ve asgari ücret de açlık sınırında tutuluyor, 16 yaşından küçüklerin çalıştırılması yasak olsa da, onların daha da ucuza çalıştırılabileceği kararı alınıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Anayasa Mahkemesi'nin AKP ile ilgili kararından 12 gün önce, Melih Gökçek'in mahkeme başkanının damadına bir kıyak çektiği iddiaları ortalığa yayılıyor.

Tam da bu ortamda yeni bir Ergenekon dalgası başlatılıyor. "Ergenekon can simidimiz, istediğimizde kullanırız" iletisinin topluma verilmek istendiği akla geliyor.

Ergenekon konusunda hedefin büyüdüğü, son dalganın devletin üst kurumlarında görev almışlara kadar uzandığı görülüyor. Cumhuriyet Başsavcılığından emekli Sabih Kanadoğlu'nun evi, "Cumhuriyet Gazetesi'ni bombalamak ve Danıştay saldırısını planlamak" gibi akıl almaz gerekçelerle talan ediliyor. Bu olayı değerlendirenler, ister istemez, yargı mensuplarına da, "AKP'nin laiklik dışı eylemlerin odağı olduğu" kararını veren Anayasa Mahkemesi üyelerine de, çevrelerinde olup biten laiklik dışı olaylar karşısında bugüne kadar kılını kıpırdatmayan cumhuriyet savcılarına da, inceden inceye bir iletinin gönderildiğini düşünüyor.

Ergenekon dalgasında nasibini alanlar genelde AKP'ye muhalif kişilerden oluşurken, YÖK eski başkanlarından Kemal Gürüz, biraz değişik özellik gösteriyor. Gürüz'ün, YÖK başkanı olmadan önce pek çok dinci öğrenciyi yurt dışına doktora programlarına gönderdiği dinci rektör ve dekanların göreve gelmesini sağladığı en az AKP kadar Amerikancı ve özel üniversiteden yana olduğu, üniversiteleri paralı yapmak ve sermayenin hakimiyetine sokmak istediği din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenini ilahiyat fakültesinde yetiştirmeye başladığı 2005 yılı verilerine göre bir profesöre, ilahiyat fakültelerinde 14 öğrenci düşerken, örneğin eğitim fakültelerinde 397 öğrenci düşmesinde katkısı olduğu YÖK sistemini eleştirenlere dünyayı dar ettiği biliniyor. AKP'nin benzer davranışlar gösteren YÖK başkanlarından İ. Doğramacı ve M. Sağlam'ı ödüllendirirken, bu konularda Gürüz'e şükran olduğu tahmin ediliyor. Ancak AKP'nin, Gürüz'ün 28 Şubat 1997 MGK kararlarından sonra türbana karşı çıkmasını ve şimdiki içişleri bakanını laiklik karşıtı eylemlerinden dolayı rektörlükten almış olmasını, bir türlü unutamadığı görülüyor. Gürüz'ün evi, "FBI" yazılı pabuç sahibi polisin de içinde olduğu bir ekip tarafından aranıyor ve Gürüz de gözaltına alınıyor. Gürüz dahil hiçbir sanık, Ergenekon saldırıları sırasında polisin ve savcının yaptıkları eziyeti hak etmiyor. Bu durum, bir bakıma AKP yandaşlarına verilen bir gözdağı gibi oluyor: "Geçmişte yaptıklarınız, AKP anlayışının dışına çıkmanızı mazur göstermez" demeye getiriliyor.

Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı, Uğur Mumcu'nun öldürülmesi konusundan Sabancı suikastına, Jandarma Komutanıyken bir kazada ölen Eşref Bitlis olayından MİT'çi "Yeşil"in öldürülmesine, Veli Küçük'ten Kemal Alemdaroğlu'nun örgüt (!) içindeki konumlarına ve PKK'dan Hizbullah'a ve uyuşturucu trafiğine kadar Ergenekon ile ilişkilendirdiği 37 konuda, Tuncay Güney'in bilgisine (!) başvuruyor.

Tuncay Güney ise herkesin bildiği ve kimsenin tanımadığı bir kişi! Değişik adlar kullanarak Türkiye'ye girip çıktığı, MİT için çalıştığı ya da en azından kimi MİT'çilerle yakın ilişkiler içinde olduğu, bir zamanlar dincilere/ Fethullahçılara takıldığı, Kanada'da haham olup-olmadığı ve benzeri yakıştırmalarla anılan Güney'in, Ergenekon savcısının güvendiği bir kişi olması akılları karıştırıyor.

AKP milletvekillerinin önemli bir bölümü hakkında yolsuzluk dosyaları bulunuyor. Almanya'da ortaya çıkan Deniz Feneri olayı, Türkiye'de bir türlü aydınlatılamıyor. RTÜK başkanının yargılanmasına başbakan izin vermiyor. Altı yıldır AKP ile ilgili bu tür olaylarda kılını kıpırdatmayan, yeri geldiğinde de AKP'lileri aklayacak yasa değişikliklerine ses çıkarmayan ve yolsuzluk dosyalarına dokundurtmayan Anayasa profesörü ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP'li Burhan Kuzu, son Ergenekon saldırısı üzerine, "Türkiye'de artık hiç kimse 'bana kimse dokunamaz' diyemeyecek" diyebiliyor.

Kuzu, "AKP'ye muhalifseniz, kim olursanız olun, her an her yerde ensenizdeyiz" demeye getirerek Ergenekon savcısının karıştırdığı aklımızın berraklaşmasını sağlıyor!

[email protected]