652 sayılı KHK’nin anlamı (II): Eğitim sürecinin piyasalaşması aymazlık

652 sayılı KHK’nin mimarı olduğu söylenen bakan Dinçer’in, yaygın olarak bilinen bir tanımı kullanıp, “Eğitim, toplumun değer yargıları ile bilgi ve beceri birikiminin yeni kuşaklara aktarılması sürecidir” (Hürriyet 19 Eylül 2011: 19) demesine bakmayın. Bu KHK ile toplumun değer yargıları ile bilgi ve beceri birikimi genç kuşaklara aktırılmıyor. Aktırılmak istenen, bu toplumun değil, parasalcı küresel söylemden kopyalanan AKP’nin değer yargıları oluyor.

Türkiye, pek çok evrensel göstergede alt sıralarda yer alsa da, ABD’yi sevmeyen ülkelerin başında geliyor. ABD’nin sevilmemesinin ardında, o ülkenin parasalcı ülkelerin daniskası olması yatıyor. Bu durum bir bakıma Türkiye’nin parasalcı anlayışı ve düzeni benimsemediğini gösteriyor. Türkiye’de varlıklı kesimin genel nüfus içindeki oranıyla özel okullarda okuyanların oranları karşılaştırıldığında, özel okullarda okuyanların sınırlı düzeylerde kalması da, bu toplumun özelleşmeye ve dolayısıyla piyasalaşmaya uzak durduğu anlamına geliyor.

AKP’nin, AB ile bütünleşme sürecine önem verdiği ve AB’nin hemen her isteğini yerine getirmeye çalıştığı dönemde AB’nin dayattığı yeni ilköğretim programını uygulamaya başladığı biliniyor. Bu programın uygulanmaya konma sürecinde görev yapan İlköğretim Genel Müdürü, (TL’den sıfırlar atılmadan önce) 30 Nisan 2005 günü, Feyziye Mektepleri Vakfı’nda davetli öğretmenlere yeni programı tanıtan bir konuşma yapıyor. Genel müdür bu konuşmasında, yeni programın “girişimci öğrenci” yetiştirmeyi hedeflediğini belirtiyor ve “Bir gün katıldığım bir etkinlikte öğrenci, bir bardak patlamış mısırı 25 liraya satıyordu. Mısır almak için öğrencilerin oluşturduğu kuyruk uzayınca, fiyatı 50 liraya çıkardı” diyerek de nasıl bir girişimci öğrenci istediklerini açıklıyor!

652 sayılı KHK ile yapılan, AKP’nin hızını alamayıp girişimci öğrenci hedefini “rekabet gücüne sahip” öğrenci yetiştirme hedefine yükseltmek ve bu durumu yasa maddesi haline getirmek oluyor.

Bu durumda AKP’nin rekabetçi öğrenci yetiştirmeye soyunmasının nedeninin, toplumun değil de benimsediği parasalcı küresel değerleri yeni kuşaklara aktarmak olduğu anlaşılıyor.

Sözlük anlamıyla “rekabetçi” genelde, “rekabet yanlısı olan kimse, yarışçı yarışan, çekişen, rekabet eden” anlamına geliyor. Ekonomik yaşamdaki rekabetçilik ise, “belirli bir piyasada karşı karşıya gelen ve aynı ekonomik amacı güden bireylerin, arz edenlerle arz edenler, talep edenlerle talep edenler arasında geçen, bunun sonucu olarak da fiyatlara ve miktarlara yansıyan bir çekişme, yarışma mücadelesi” oluyor. Sözlük anlamıyla girişimci de, “bir işi yapmak için girişimde bulunan kimse, müteşebbis. Ticaret, endüstri gibi alanlarda sermaye koyarak girişimde bulunan kimse” anlamına geliyor. Daha geniş anlatımla girişimci, “tüketim malları üreterek, hizmetleri sunarak, ticaret yaparak, maddi-manevi kazanç sağlamayı hedefleyen ve bu doğrultuda kendi işini kurmak için harekete geçen kendi işini kuran” kişi oluyor.

Rekabetçiliğin ucuzluk getireceği savlansa da, toplumların karşı karşıya kaldığı pek çok olumsuzluğun arkasında rekabetçilik ve girişimcilik bulunuyor. Rekabet ve girişimcilik, örneğin üreticiden 300-500 liraya alınan malların marketlerde 3000-5000 liraya satılmasına yol açıyor. Balıkçılığı öldürüyor ormanları ve yeşil vadileri yok ediyor. Altın madeni ararken, nükleer santraller kurarak ve üretim yaparken bulunduğu doğayı zehirliyor ve kanser vakalarını tetikliyor. Afganistan’da, Libya’da, Irak’ta, Somali’de, Yunanistan’da, … ve de hatta kimilerinin hayran olduğu ABD’de bile insanların anasını ağlatıyor.

Rekabetçilik insanı insanlıktan uzaklaştırıyor, insanın özgürleşmesini engelliyor, insanın ve doğanın sömürülmesini kolaylaştırıyor. Bu nedenle rekabetçi öğrenci yetiştirmek aymazlıktan başka bir şey olmuyor.

Eğitim sürecinden geçenlerin önemli bir bölümü yazar, şair, tiyatro-sinema-bale sanatçısı, ressam, heykeltıraş, müzisyen ve bir bölümü de bilim insanı ve araştırmacı oluyor. Bu gençlerin girişimci ve rekabetçi bir eğitimden geçmelerinin onların yeteneklerini ve eğilimlerini körelteceği biliniyor. Girişimci ve rekabetçi öğretimden geçtikten sonra kamu ya da özel sektörde çalışma durumunda kalacak gençlerin, yaşamları boyunca girişimci ve rekabetçi olamamanın ezikliğini yaşayacakları da biliniyor. Girişimci ve rekabetçi öğrenci yetiştirmek, genci, kendisine, toplumuna ve insanlığa yabancılaştırıcı bir süreç oluyor.

Girişimci ve rekabetçi öğrenci yetiştirmeye kalkışmak, temel öğesi insan ve temel niteliği bireyi insancıl değerlere sahip olarak özgürleştirmek olan “eğitim” ile bağdaşmıyor. Girişimci ve rekabetçi öğretim, bireyin insancıllaşıp toplumsallaşmasını ve evrenselleşip özgürleşmesini, demokrasiyi benimseyip barışçıl ve insana-emeğe saygılı birey olmasını engelliyor.

Bu nedenle, AKP’nin, insancıl, barışçıl, insana-emeğe ve doğaya saygılı gençler yetiştirmek yerine girişimci ve rekabetçi gençler yetiştirme konusunu milli eğitimin hedefi haline getirmesi, büyük bir aymazlık gençler ve ülke geleceği için büyük bir talihsizlik oluyor.

652’den bir ay sonra, TÜBA’nın bilimselliğini yok edip İslamileştirilmesine ve piyasalaşmasına yol açacak 651 sayılı KHK ile Cumhuriyet’in gereksinim duyduğu “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” gençlerin yetiştirilmesinin önünü tıkayacak 652 sayılı KHK’yi gözü kapalı bir şekilde ve derhal imzalayan Bakan Fatma Şahin, Altın Portakal 1. Kadın Zirvesi’nde, “Atatürk’ün mirası bilim ve akla sahip çıkılması” çağrısını yapıyor (14 Ekim 2011, gazeteler)!

Aymazlığın diz boyu olduğu görülüyor!

Bu arada, girişimci ve rekabetçi öğrenci yetiştirme hedefine, AKP yandaşları içinden de, muhalefetten de, insan hakları derneklerinden de, eğitimle ilgili demokratik sivil toplum kuruluşlarından da, üniversiteden de, sanat dünyasından da, eğitimcilerden de, psikologlardan da, sosyologlardan da, … etkin bir karşı çıkış olmuyor!

Aymazlığın salgın bir hastalık halini aldığı anlaşılıyor!

[email protected]