2007'den kalan bir miraz

Yeni yılı coşkuyla ve törenlerle karşılamak geçmiş yıllardan bizlere kalan bir miras. İnsanlar yeni yıla umutla girmek istiyor, geçip giden yıldaki düş kırıklıklarını yeniden yaşamak istemiyor. Yeni yılı o kadar coşkuyla karşılıyoruz ki, karşılayanların çoğu yetişkin olsa da, bir yıl daha yaşlanıp dünyada geçireceğimiz sürenin biraz daha kısalacak olmasına bile aldırmıyoruz.

Ancak, ne kadar coşkuyla karşılarsak karşılayalım, yeni yılların, insanların beklentileri ve özlemleri doğrultusunda geçmediği görülüyor. Beklentilerin ve özlemlerin gerçekleştirilmesi için, yeni yılın coşkuyla karşılanması yetmiyor; güç birliği oluşturarak akılcı, planlı ve etkin bir çaba gösterilmesi gerekiyor. 

İnsandan beklenen, insancıl değerlere sahip olması ve insan gibi yaşamasıdır. Bütün dinlerin, göksel olsun olmasın, insanın, yalancı, kindar, nemrut ve ceberut nitelikler kazanması ya da bu tür sıfatlarla anılması için değil, genelde insancıl özelliklerini geliştirmesi için ortaya çıktığı ve bu tür öğretilere sahip olduğu biliniyor. Laik ve bilimsel eğitimin de özü, insanın insancıllaşmasına yönelik. Yine de, geçmiş yıllara baktığımızda, … 2004’ten 2005’e de, 2005’ten 2006’ya da, 2006’dan 2007’ye de, insancıl olmayan uygulamaların hem de giderek artan bir biçimde yeni yıla aktarıldığı görülüyor. Yeni yıl, bir önceki yılın kötülüklerini miras alıyor. 

2007’den 2008’e kalan miras da pek parlak değil. Mahalle ve polis baskısından kadına yönelik şiddete, trafik teröründen ayrılıkçı teröre kadar değişik tür ve içerikteki terör nitelikli uygulamalar yanında, ülke kaynaklarının pazarlanması, işsizlik, açlık sınırında çalışmanın dayatılması, küresel sömürgenlere bağımlılık ve benzeri uygulamalar da bu yıl bizlere kalan iç mirası oluşturuyor. Irak, Afganistan, Pakistan, Gürcistan ve Ukrayna gibi ülkelerle Bush gibi yöneticiler de, derece derece her ülkenin payına düşen dış miras oluyor.

İnsanı insanlıktan çıkaran uygulamalar da, bu tür uygulamaların gelecek yıla aktarılması da, tabi ki belirli oranlarda, başta eğitimciler olmak üzere herkesin suçu. Bir yolunu bularak, insanın kendisini geliştirmesini, özgürleşip aklını, yüreğini ve vicdanını kullanmasını sağlayamıyoruz. 21. yüzyılda bile, her yerde, birileri, başkalarının uydusu olmayı özgürleşmeye yeğ tutuyor. Ülkelerin içine sokulduğu siyasal ve iktisadi koşullar da, anamalcı küreselleşme de bireyin özgürleşmesi yönünde en büyük engel olmaya devam ediyor. Başkalarına uydu olmayı yeğleyenler içinde yükseköğrenimli olanların bulunması ise toplumların en büyük talihsizliği oluyor. 

2008’e bir kaç gün kala, Türkiye’de yaşanan (göreceli olarak) küçük bir olay ile Pakistan’da yaşanan vahşet, insanların bağımlılık (özgürleşememe) mirasından kolay kolay kurtulamayacağını gösteriyor. Pakistan’daki olay yazılı ve görsel basında yer aldı da, Türkiye’deki olaya değinenler çok sınırlı düzeyde kaldı. 

Türkiye’deki olay, küçük bir olay olsa da, ne yer olarak ne anlam olarak ne de yapanlar açısından, sıradan bir olay değil aslında. Bir grup öğrenci, yeni YÖK başkanı için, onun Türkiye Fulbright komisyonundaki görevine de değinip özgeçmişine ve çalışmalarına da bakarak özetle, “Hem gericidir, hem piyasacıdır” diyerek Fethullah Gülen izinde olduğunu ve ABD’ye hizmet edeceğine yönelik yorumlar içeren bir bildiri dağıtıyor. Bir bakıma, üniversite öğrencisinden bekleneni yapıyorlar: Düşündüklerini başkalarıyla paylaşıyorlar; (başkalarına da) siz de düşündüklerinizi paylaşın, tepkinizi yazılı olarak gösterin diyorlar. 

Yeni başkanın özgeçmişini okuyanlar, yaptığı çalışmalarla yürüttüğü projelere ve üstlendiği görevlere bakanlar, fanatik ABD’ci ya da AB’ci değillerse, ister istemez benzer yorumlara ulaşıyorlar. Yine de, özellikle üniversitelerde değişik yorumların olması bekleniyor. Üniversiteliden beklenen, kendi düşüncelerini paylaşması, beğenmediği ya da katılmadığı yorumlara bir başka yorumla karşı çıkması değil mi? Oysa öyle olmuyor, bir başka grup öğrenci, bildiri dağıtan öğrenci grubuna saldırıyor. İlginçtir, 1960’lardan bu yana miras kalan aynen yaşanıyor: Öncelikle saldıranlar değil, saldırılanlar gözaltına alınıyor. 

Saldıranlar, daha sonra yayımladıkları bildiride, şeriata karşı olmayla İslam’a karşı olmayı (bilerek) karıştırarak, “Şunu belirtelim ki İslam’a ve İslami değerlere saldırı teşebbüsünde bulunacak herkese cevabımız aynı olacaktır” sözleriyle bir de gözdağı veriyorlar: “Yaşasın İslam..! Yaşasın Şeriat..! Yaşasın İslami Mücadelemiz..!” diyorlar. Nasıl oluyorsa, kendilerinde Allah adına konuşma, neyin İslam’a karşı olduğuna karar verme ve beğenmediklerini cezalandırma gücünü görüyorlar. Böylesi güçler tek başına ve birdenbire oluşmuyor. Pek çok okula, Ankara, İzmir ve İstanbul başta olmak üzere pek çok il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerine imam hatip/ilahiyat kökenli müdür atanıyor. Devletin laik düzenini kökten değiştirmeye yönelik AKP’nin anayasa taslağı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. AKP döneminde üye sayısını 6-7 kat çoğaltan bir (hem de) öğretmen sendikası, okullarda türbanın serbest olmasını istiyor. Bir imam, “Çalışan kadınlar kocalarını aldatır” diyebiliyor. Böylesi söylem ve olaylar 2008’e kalan mirasın bir başka yönünü gösteriyor: Ilımlı İslam uyutmasının Pakistanlaştırma aşamasına geçeceğinin işaretlerini veriyor.