17 Nisan çağrışımları

17 Nisan günü derste paylaşılan bir gazete haberine göre, bir yılda Japonlar 25 ve Fransızlar da 17 kitap okurken Türkler 10 yılda bir kitap okuyormuş. Bu haber, birden 70 yıl kadar önce, köy enstitülerinde yılda 20-25 kitap okuyan köy çocuklarını aklıma getirdi. Hemen arkasından da, 1998 yılı üniversiteye giriş sınavı birincisinin, övünerek, “Kitap okumanın gereksiz olduğunu” söylediğini anımsadım. Bu anımsama da, 6-7 yıl önce okulların açıldığı günlerde doğudaki bir Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO)’nun 8’inci sınıfında gerçekleştirilen çocukları okumaya-öğrenmeye heveslendirme etkinliğini düşünmeme yol açtı. Bu etkinliğin bir parçası olarak öğrencilere, “Yaz tatilinde ders kitabı dışında kitap okuyan var mı?” sorusu sorulmuştu. 40 kişilik sınıfta iki kişi el kaldırmıştı. İkisinin de okuduğu kitap aynıydı: Hz. Muhammed’in hayatı! Benzer soru, aynı etkinliğin sürdürüldüğü doğuda ve doğu Karadeniz yöresindeki 10 farklı YİBO’da ve 30 kadar farklı 8’inci sınıfta da sorulmuştu ve genelde benzer yanıtlar alınmıştı.

Bunları düşünürken bir de baktım ki 4+4+4 gerçeği, düşüncelerime hakim olmuş günümüz gençliğine ve toplumun geleceğine takılmışım. Çocuklar genelde evlerinde “Şu günah, bu günah” söylemleriyle büyütülüyor. Yaz aylarında kaçak ya da resmi Kuran kurslarına gönderiliyor. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersini zorunlu olarak okuyor. Öğrenciler ders kitabı dışında doğuda da olsalar batıda da olsalar pek kitap okumuyor. Kitap okuyanlar içinde Türkiye genelinde Hz Muhammed’in hayatı gibi dini içerikli kitaplar daha büyük yer tutuyor. Bunlarla yetinilmiyor, şimdi de çocukların ya imam hatip ortaokuluna gitmeleri ya da diğer okullarda Kuran-ı Kerim ile Hz. Muhammed’in hayatını sekiz yıl okumaları isteniyor. Doğru dürüst Türkçe konuşamayan ilköğretim çağı çocuklarına bir de, seçmeli Arapça dersi dayatılıyor.

Bu düşünceler içinde, “Her geçen gün dini öğretimin artarak yoğunluk kazandığı öğretim süreçleriyle okuyan bir topluma nasıl ulaşalır?” sorusu akla geliyor.

Bu soruyla birlikte yine köy enstitüleri öne çıkıyor. Bilindiği gibi köy enstitüleri, ilkokulu bitirmiş köy çocuklarını alıp 5 yıl sonra günümüzün 10. sınıfından köy ilkokulu öğretmeni ve de aynı zamanda köyü canlandırıcı elemanlar olarak mezun eden okullar. Köy enstitülerindeki eğitim-öğretim süreçlerinde, herkes en az bir müzik aleti çalıyor, haftalık eğlencelerde yöresel oyunlar oynuyor, iş başında yaparak ve yaşayarak öğrenim görüyor, kitap okuyup değerlendiriyor. Haftalık tartışmalarda, birlikte üretip tüketmenin ve birlikte yaşamanın aksayan yönleri irdeleniyor, gelecek haftanın planları yapılıyor. Çocuklar, eğitim-öğretim sürecindeki bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişimlerini, kitap okuyup sanatsal etkinliklerle birleştirerek gerçek yaşamla bütünleştirebiliyor. 70 yıl önceki bu özgürleştirici eğitim nedeniyle, köy enstitülüler, daha öğrenciyken, "Bozkırları baştanbaşa yeşile öreceğiz/ Tanrının geç kaldığı işi biz bitireceğiz" diyebiliyor. Yaşamları boyunca başlarını dik tutuyorlar. Bir okuldan öbürüne sürülseler de, örgütleniyorlar hem kendi haklarının hem de köylünün ve tüm toplumun haklarının savunucusu oluyorlar. Bugün 80 yaşlarında da olsalar, fırsatını bulduklarında köy enstitüleriyle ilgi toplantılarda, hâlâ bu topluma karşı duydukları sorumluluk duygusunun canlılığını dinleyicilere yansıtıyorlar. Devrimci Eğitim Şurası hazırlıklarında ve bu şuranın Türkiye toplantısında, sorumlu gençler gibi etkin roller üstleniyorlar.

Düşünceler 70 yıl öncesinden yeniden günümüze, 4+4+4’e dönüyor. Bilindiği gibi 4+4+4 yasası ile imam hatiplerin orta kısmı yeniden açılıyor. Bu yasanın kabulünden bir hafta sonra milli eğitim bakanı, 6 Nisan 2012 günü yapılan 32. Gün programında, “Çocuklar ortaokuldayken 10-13 yaşları arasındayken hakikaten yeteneklerinin çok belirgin farkında olmayabilirler” diyor. Bu sakıncayı bile bile imam hatip ortaokullarının açıldığı anlaşılıyor. Aynı bakan, adı seçmeli ama kendisi zorunlu olacak Kuran-ı Kerim dersi için aynı programda, “Kuran-ı Kerim dersinde çocukların bu kutsal kitabı anlamadan okuyacaklarını” söylüyor! Eğitsel değerinin olmadığını bile bile bu dersin programa eklendiği anlaşılıyor. 4+4+4 olayının pedagojik değil ideolojik bir yaklaşım olduğu açık seçik belli oluyor! Kimse umursamıyor!

İster istemez aklınız, “Günümüz insanının vurdumduymazlığının bir nedeninin yeterli kitap okumamaları mı?” sorusuna takılıyor.

“Sanata tükürmenin, ‘Sivas’ta yaktık gerekirse yine yakarız’ demenin, kadın (bir başkasını) dövmenin, töre- namus cinayetleri işlemenin, dinin ve kininin davacısı olmanın dün dost dediğine bugün saldırmanın, savaş çığırtkanlığı yapmanın insanların duyuşsal gelişimleriyle ya da kitap okumalarıyla ilişkisi var mı?” sorusunu soruyorsunuz.

Bu sorularla birlikte 40 küsur yıl önceye gidip köy enstitülü öğretmenlerin, TÖS’ün 1968 yılında düzenlediği Devrimci Eğitim Şurası’nda diğer öğretmenlerle birlikte, “Ülküm, işçiye iş,/ Köylüye toprak,/ Bebeye süt,/ Yavruya ekmek ve kitap,/ Gence gelecek sağlamaktır.../ Varlığım ulusal kurtuluşumuza ve bağımsızlığımıza armağan olsun...” dediğini anımsıyorsunuz. Hemen arkasından da, günümüzde şeriatçı öğretim isteyen öğretmenleri ve milli eğitim bakanın, 6 Nisan 2012 günü yapılan 32. Gün programında, “Başbakanımız sözü bizim için bir vizyondur, bunu biz tartışmayız bir şekilde bir hedef olarak alırız ve yaparız” diyerek güce biat edişini ve AKP’lilerin hissiyatına tercüman oluşunu anımsıyorsunuz!!!

17 Nisan çağrışımları tuzla-buz oluyor!

[email protected]