166. yıl dönümü!

Osmanlının ilk 300 yılında, yaygın olarak Müslüman olmayanların kendi okulları, Müslümanların da Selçuklulardan miras aldıkları sıbyan mektepleri ile medreseleri vardı. Osmanlı Muhteşem Süleyman’ın torunu III. Murat zamanında, 1583’te Fransızlar Katolik okulları ve II. Mahmut zamanında da ABD’ye Protestan okulları açma izni verdi.

Osmanlı, Katolik ve Protestan okulları dışında çağdaş konuları içeren kendi ilk ve ortaöğretim okullarını açmayı ancak 1838’de akıl etti ve bir ortaokul (rüştiye) açtı. Osmanlı’nın, rüştiyenin medrese çıkışlı imamlarla yürümeyeceğini kavraması için 10 yıl geçmesi gerekti. 16 Mart 1848’de bu okullara öğretmen yetiştirecek bir okul açtı. Osmanlı ilkokul (iptidai) açınca ilkokullara, kız ortaokulları açınca bu okullara ve lise (idadi) açınca da liselere öğretmen yetiştiren okullar açmaya devam etti. Sonra tek tük de olsa, İstanbul dışında da öğretmen okulu açtı.

Cumhuriyet rejimi de öğretmen okulu açmaya devam etti. Rejim, yeni okul açmadan hedefini belirleyip yetiştireceği öğretmenden, “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” gençler yetiştirmesini istedi. Bir orta öğretmen okulunun pedagoji (eğitim bilimi) bölümü eklenip 1930’larda Gazi Eğitim Enstitüsü’ne evrilmesinden sonra belirli ölçülerde Cumhuriyet rejiminin beklentilerini karşılayacak öğretmen yetiştirilmesine başlandı. Arkasından gelen köy enstitüleri ile Cumhuriyetin hedefine bir adım daha yaklaşıldı. Ancak iktidarlar geleceklerini ABD’ye bağladıkça, öğretmenden beklentiler de, öğretmen okulları da değişti. Önce Köy Enstitüleri kapatıldı.
1960-1970’li yılların üniversite gençliğinin bağımsızlık yanlısı ve ABD karşıtı, toplum sever ve maddiyat karşıtı olmasını, 27 Mayıs Anayasası’nın getirileri yanında, o öğrencileri yetiştiren ve onlarla aynı değerlere sahip olan öğretmenlerle ilişkilendirmek mümkündür. Gençliğin bu değerlerinden rahatsız olanlar, önce 1960 sonlarında öğretmen yetiştiren okullarla oynamaya başladılar, sonra 12 Eylül 1980 darbesini yaptılar, YÖK’ü kurdular ve öğretmen yetiştiren okulları eğitim fakültelerine dönüştürdüler. Onların hedefi “itaatkar insan” yetiştirmekti: Eğitim-kültür yaşamını, okulları ve üniversiteleri Türk-İslam sentezi anlayışıyla yapılandırdılar. Kemal Gürüz’ün YÖK başkanlığında, 1997 yılında öğretmen yetiştirme sistemi, Amerikancı bir modele dönüştürülüp 12 Eylül modelini bile aratır hale getirildi. Getirilen model, 1996 yılında yapılan 15. Milli Eğitim Şurası üyelerine bedava dağıtılan ve Diyanet Vakfı tarafından hazırlatılmış “Türk Eğitim Sistemi: Alternatif Perspektif” adlı kitapta önerilen modelle oldukça örtüşüyordu. Bu alternatif kitap, Kuran kurslarına ilköğretim diploması verilmesi önerisi gibi gerici önerileriyle dikkat çekiyordu. Gürüz’ün YÖK’ü aynı yıl, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) öğretmenini ilahiyat fakültelerinde yetiştirtmeye başladı. Teziç’in YÖK’ü, 2006’da kaş yapayım derken göz çıkarıp DKAB öğretmenini, alan derslerini ilahiyatlardan almak üzere ve ilahiyatçıların istihdam edileceği anabilim dalı açarak eğitim fakültelerinde yetiştirmeye başladı.

AKP, 12 küsur yıllık iktidarı boyunca, öğretmen yetiştirme sistemi hariç, okulöncesinden yükseköğretime ve yargıdan orduya kadar hemen her şeye el atmış bulunuyor. Öğretmen yetiştirme sistemine dokunmamasının nedeni, herhalde, bu sistemle, eğitim fakülteleri ve yetişen öğretmenlerle bir sorunu olmamasından kaynaklanıyor.

Günümüzde, öğretmen yetiştiren okulun açılışının 166’ncı yılında olup bitenlere bakıldığında, mektep medrese görmemiş cahil insanların değil de, mürekkep yalamış kişilerin söyledikleri ve yaptıkları insanları hayretler içinde bırakıyor. Neler demiyorlar, neler yapmıyorlar ki? İnsan yazmaya utanıyor! İktidardakilerde ve onların gözü kapalı destekçilerinde bu durum çok daha belirginleşiyor: Doğruyla-yanlışı, gerçekle-yalanı, ahlaklıyla-ahlaksızı, iyiyle-kötüyü, güzelle-çirkini ayıramıyorlarmış görüntüsü veriyorlar. Gençler arasında da böylelerinin bulunması işin vahametini artırıyor. İnsan ister istemez bunların birçoğunun, bırakın fikir ve irfan sahibi olmayı, vicdan sahibi bile olamadıklarını düşünüyor!

Öğreten yetiştirme sistemiyle eğitim sisteminin bir işe yaramadığı anlaşılıyor.

Günümüzde yaşananlar, şu andaki iktidarın bir an önce iktidardan ayrılmasını gerekli kıldığı kadar, eğitim sistemiyle öğretmen yetiştirme konusunun da ne denli önemli olduğunu bir kez daha gösteriyor.