16 Nisan’da neden HAYIR demeliyiz? (5)

15 yıldır seçmeni kandıranlara “Yeter artık: Dur!” demek için, “Hayır” demeliyiz.

Bilindiği gibi 15 yıldır kandırılanlar, AKP’ye gönül veren, bu partiden beklentileri olan ve bu patinin söylemlerine inanıp oy verenler oluyor.  AKP’nin söylemlerini beğenmeyenler ve söylemlere inanmayanlar, bu partiye oy vermiyor ve kandırılmış duruma düşmüş olmuyorlar.

Kandırılmış olup olmama konusunda AKP seçmeni üç gruba ayırılıyor. İlk grubu AKP sayesinde dünyalığını yapanlar oluşturuyor.  Genelde AKP’den kolayca ihale alan işverenler, doğru haber yapması beklenen yazılı ve görsel basın çalışanlarından yandaş haber yapanlar, vali, rektör, genel müdür, okul müdürü gibi tarafsız olması gereken görevlilere yandaş oldukları için getirilenler ya da göreve hak ederek gelseler de görevini yandaşlığa dönüştürenlerin bileğini kimse bükemiyor. Nemalananlar diyebileceğimiz bu grup, tabii ki kandırılmış olmuyor; seçmenin kandırılması onların işlerine geldiğinden kandırmacada pay sahibi oluyorlar.

İkinci grubu, AKP sayesinde padişahlığın, hilafetin, şeriat düzenin geleceği beklentisinde olanlar oluşturuyor. AKP’nin eğitim sisteminde gerçekleştirdikleri dönüşümler, yandaş vakıflara verdiği destekler, Diyanet aracılığıyla topluma dayatılmaya çalışılan yaşam biçimi, bu kesimin umutlarını körüklüyor. Bu kesim, özellikle 12 Eylül darbesi sonrasında artan ve AKP döneminde hızlanan uygulamalarla bazı okullarda, ailede ya da cemaat içinde cumhuriyet anlayışına, halk egemenliğine ve çağdaş değerlere yabancılaştırılmış kişilerden oluşuyor. Dolayısıyla cumhuriyet karşıtı bu kesimin, evde, okulda ya da cemaatte yabancılaştırılmaları nedeniyle kandırılmış olduklarını söylemek mümkün olsa da, AKP’ye oy verdikleri için kandırıldıklarını söylemek mümkün olmuyor. Cumhuriyet karşıtları, bilerek, isteyerek ve büyük bir şevkle AKP’ye oy veriyor. Bu nedenle, Diyanetin arabaları Almanya’da evet için seçmen taşıyor, bazı camiler evet merkezine dönüştürülüyor ve  bazı imamlar/müftüler, “Hayır” oyu verecekleri akıl-almaz sözlerle dışlayıp suçlayabiliyor. 

Üçüncü grubu, AKP’den nemalanmasa da, cumhuriyet karşıtı olmasa da, AKP’ye gönül veren milyonlar oluşturuyor. Çoğunluğu işsiz, işçi, çiftçi, memur, küçük esnaf ve emekli olan bu kesim, AKP’den nemalanmadığı gibi, AKP’nin piyasacı yaklaşımları nedeniyle maddi açıdan en çok mağdur olan kesim oluyor. Çocuk yaşta evlendirilmeler, kadın cinayetleri, kadın ve çocuk istismarı konularında da, en çok mağdur olanlar da bu kesimden çıkıyor. Bu kesim, barış olmadığında, savaş ve terör ortamında, nemalanmışlardan-kendilerini kandıranlardan çok daha fazla zarar görüyor.

Dolayısıyla özellikle bu üçüncü grubun, AKP’ye gönül verenlerin, bırakın geçmişi günümüzde başkanlık konusunda ne denli kandırıldıklarının ayrımına varıp “HAYIR” demeleri bekleniyor.

AKP’nin propaganda aracı olarak hazırlayıp yurttaşlara dağıttığı “Evet” adlı dergi, hemen her konuda seçmeni kandıran ifadeleri içeriyor. Kandırmaca, derginin kapak sayfasının manşetinde yer alan, “18 Maddelik Reform: Daha Güçlü Türkiye, Daha Fazla Demokrasi” yazısıyla başlıyor. Oysa dünyanın hiçbir yerinde, halk egemenliğiyle bağdaşmayan, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan ve halk adına hareket eden yasama-meclis, yürütme-hükümet ve yargılama-adalet üçlüsünü (kuvvetler ayrımını) güçlendirmeyen değişiklikler, reform olarak kabul görmüyor. Dünyanın hiçbir yerinde, halk egemenliğinden vazgeçilip tüm yetkilerin bir kişiye verilmesiyle “daha fazla demokrasi” olmuyor. Tam tersine, dünya tarihi, yetkileri elinden toplayanların giderek diktatörleştiğini gösteriyor. Diktatörler, ya (Irak, Mısır ve Libya krallarının başına geldiği gibi)  diktatörlüğe soyunan bir başka kişi tarafından devriliyor ya da (Hitler’in, Saddam’ın ve Kaddafi’nin başına geldiği gibi) dış güçler tarafından devriliyor. Tarihsel veriler, tek adam yönetimin olduğu ülkelerde darbelerin çok sık yaşandığını gösteriyor.

Dergi manşetindeki, “Daha Güçlü Türkiye” söylemi de, mecliste çoğunlukta olup 15 yıldır her istediğini yapan AKP hükümetinin bugün ülkeyi getirdiği durumun niteliğiyle hiç örtüşmüyor. AKP’ye gönül verenlerin de bildiği gibi, bir zamanların tarımsal üretimde öncü olan bu ülke, fasulye ve buğdayı bile ithal eder duruma gelmiş bulunuyor. Yediğimiz domateslerin, maydanozların, salatalıkların, … tadı bile 15 yıl öncesini aratıyor.  Bir zamanlar hayvan sayısı bakımında ön sıralarda olan ülke, bugün et ithal ediyor. İşsizlik artmaya devam ediyor. Toplumsal kaynakların başında gelen yüzlerce kamu iktisadi teşebbüsü (KİT), yok edilmiş bulunuyor. AKP iktidarında dış borç her yıl artıyor. Her gün barış ortamı daha da bozuluyor. Her an yeni bir ülke lideriyle dalaşa giriliyor ve “16 Nisandan sonra gösteririz” gibilerinden tehditler savruluyor. Her an Suriye’ye/Irak’a operasyon yapılacakmış havası veriliyor. Herhangi bir suçu olduğu saptanmamış ve sayıları yüz bini geçen akademisyen, yargı mensubu, polis, asker ve bürokrat meslekten çıkarılmış bulunuyor. Silahlı kuvvetler, kağıttan kuvvete dönüştürülmüş bulunuyor. Her gün muhaliflere yani toplumun yüzde ellisi kadarına hakaretler yağdırılıyor. Ekonomik istikrar, dış kaynağa bağımlı hale getirilmiş bulunuyor. Ülkeyi bu duruma getirenlerin, barışa, eşitliğe, kardeşliğe, laikliğe, bilimselliğe ve demokrasiye önem vermeden daha güçlü bir ülke yaratmalarının imkanı bulunmuyor. Öz kaynağını harekete geçiremeyen ve dış kaynaklara bağımlı olan ülkeler, güçlü ülke değil, olsa olsa sömürülen ülke oluyor.  Dini öğretime ağırlık veren ülkeler güçlü devletlerin yanına bile yaklaşamıyor.

Dergi manşetinin hemen altında yer alan, anayasa değişikliğinin “yürürlüğe girmesiyle beraber millet iradesi kurulacak hükümette direkt olarak tecelli edecek” ifadesiyle de, AKP’ye gönül verenler kandırılıyor. Bilindiği gibi bugün geçerli olan uygulamada, hükümeti mecliste çoğunlukta olan partinin genel başkanı kuruyor, önce (bağımsız olması gereken) cumhurbaşkanı onaylıyor, sonra da meclis onaylıyor. Dergideki ifadeye göre, milletin seçtiği cumhurbaşkanı ile iktidar ve muhalefet partilerinin milletvekillerinin onayından geçen hükümet millet iradesini yansıtmıyor da, bir tek kişinin keyfine göre kuracağı ve kimsenin denetimine/onayına gerek duyulmayan hükümet, millet iradesini yansıtıyor! Olacak iş mi?

Dergideki hemen her ifadenin ya gerçeği abartıp çarpıttığı ya da seçmeni kandıracak nitelikte olduğu görülüyor. Örneğin derginin 4’üncü sayfasında kavuniçi renkli zeminde yer alan, “Yeni sitemle beraber erken seçim ihtimali iyice azalacak, ülkemizde uzlaşma kültürü tam anlamıyla hakim olacak” ifadesiyle de, seçmen fena halde kandırılıyor. Başkan olacak kişi, partisinin genel başkanlığından ayrılmayıp (tarafsız kalmayıp) yalnız kendi partisini düşünecek, tek başına hükümet kuracak, istediği zaman istediği kanunu çıkaracak ve istediği zaman meclisi fesih edecek ve böylece uzlaşma kültürü tam anlamıyla hakim olacak!

Allah aşkına, cumhuriyet karşı olmayan ve nemalanmayan AKP seçmeni, bu laflara kanacak kadar saf mı?

Bu AKP seçmeni, saf olmadığı gibi, cemaat üyesi değil yurttaş olduğunu da gösterecek, anasına, babasına, ablasına ve ağabeyine vermediği yetkilerin 10 katını-100 katını, (sevmediği birinin de seçilebileceği) başkana vermeyecek; 16 Nisan’da, herhalde  “HAYIR” diyecektir.

[email protected]