16 Nisan'da neden HAYIR demeliyiz? (3)

Toplumun çağ dışında kalmasını önlemek için, HAYIR demeliyiz.

1926’da Konya’da açılan orta öğretmen okulu, 1927’de Ankara'ya taşınmış, resim-iş, beden eğitimi ve pedagoji bölümleri eklenerek, 1930’ların sonlarında Gazi Eğitim Enstitüsü’ne dönüştürülmüştür. Daha sonra açılan eğitim enstitüleriyle 1940 yılında açılmasına başlanan köy enstitülerinde,  cumhuriyet rejiminin aradığı gençleri eğitecek öğretmen yetiştirilmesine başlanmıştır.

1940 sonlarında eğitimde başlayan gerici dönüşümler A. Menderes ve S. Demirel hükümetleri zamanında artmışsa da, yetişen öğretmenler genelde, 1970’lerin sonlarına kadar cumhuriyetin aydınlanmacı değerlerine sahip çıkmışlardır. Bu öğretmenlerin çoğu 1965’te devrimci nitelikte kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)’nın üyesi olmuşlardır. 1971’de TÖS kapanınca TÖB-DER’i kurmuşlardır. TÖS 1968’de devrimci ve TÖB-DER de 1978’de demokratik eğitim kurultaylarını toplamışlardır. Devrimci kurultayda benimsenen andın son bölümü şöyledir: “… Ülküm, işçiye iş,/ Köylüye toprak,/ Bebeye süt,/ Yavruya ekmek ve kitap,/ Gence gelecek sağlamaktır.../ Varlığım ulusal kurtuluşumuza ve bağımsızlığımıza armağan olsun... (bkz. R. Okçabol, Öğretmen yetiştirme sistemimiz, Ütopya yayınevi, 2006)

Bu enstitülerde yetişen öğretmenlerin eğittiği gençler, 1950, 1960 ve 1970’lerde, gelişmiş ülke gençleriyle benzer değerlere sahiptir (bkz. R. Okçabol, Türkiye eğitim sistemi, Ütopya yayınevi, 2005). 1960 sonlarında değişik fakültelerin öğrenci kuruluşlarından, “...üniversitenin halka dönük olmasını istiyoruz, ...üniversite halkındır, halka hizmet yönünde yetişeceğiz. ... Aldığın fen kültürü seni halka ne kadar yaklaştırıyor, senin çağdaş bilim anlayışındaki yerin nedir?” ya da “inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisiyiz. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanıyoruz. Rejimi ve inkılapları benimsiyoruz. Bunları zayıf düşürecek en küçük ve en büyük kıpırtı ve bir hareket duyduk mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, adliyesi vardır, ordusu vardır, demeyeceğiz hemen müdahale edeceğiz” gibi tepkiler gelmeye başlamıştır. 1979 gençliği de, özgürlüğe değer verirken paraya hemen hiç değer vermeyen gençliktir.

TÖB-DER’i kapatıp tüm mallarına el koyan 12 Eylül darbe hükümeti, piyasacı ve Türk-İslam sentezci karar ve uygulamalarıyla Cumhuriyet rejiminin halkçı, aydınlanmacı ve geleceğe dönük açılımlarının önünü tıkarken toplumu çağın gerisine itecek yolları açmıştır. Eğitimde gözlenen halkçı, özgürlükçü,  laik, bilimsel ve aydınlanmacı anlayışlar, 12 Eylül sonrasında giderek yok olmaya başlamıştır. Öğretmen yetiştirme işi, piyasacı ve gerici iktidarların taşeronu olacak şekilde yapılandırılan YÖK’e devredilmiştir. Bu dönüşümlerin sonucu toplumsal değerlere de yansımıştır. Örneğin 1990 sonlarının gençliği, paraya değer verirken özgürlüğe pek değer vermeyen, cinlere perilere inanan bir gençliğe dönüşmüştür. Laik ve bilimsel eğitim karşıtı olan sendikali öğretmenlerin sayısı, laik ve bilimsel eğitimden yana olan sendika üyesi sayısına yaklaşmıştır.  1980 öncesinde yaygın kabul gören yurttaş bilinci gitmiş, öncelikli kimlik olarak kendilerini TC yurttaşı görenler yüzde 34,1’te kalmış, öncelikli kimlik olarak inanç ve ırk öne çıkmıştır.

AKP’nin 8 yıllık iktidarı sonunda, 2011’de, kendilerini TC yurttaşı görenler yüzde 34,1’den 15,5’e düşerken öncelikli kimliklerinin Müslüman olduğunu söyleyenler yüzde 35,7’den 47,1’e yükselmiştir  (bkz. B. Akşit ve arkadaşlarının, Türkiye’de dindarlık, İletişim Yayınları, 2015). 2011 yazında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye toplumunun yüzde 79’u, “Tek doğru dinin kendi dinleri olduğunu” düşünmekte, plajda mayo giymek günahtır diyenler yüzde 61’i ve bilim ile din çelişirse, her zaman din doğrudur diyenler de yüzde 77’yi bulmaktadır. (bkz. Y. Esmer, Türkiye değerler araştırması sonuçları)

AKP iktidarında laik ve bilimsel eğitim karşıtı olan sendikali öğretmenlerin sayısı, neredeyse laik ve bilimsel eğitimden yana olan sendika üyesi sayısının üç katına çıkmıştır.

Yukarıda değinilen 2011 araştırmaları yapıldıktan sonra AKP’nin eğitimde gerçekleştirdiği piyasacı ve gerici dönüşümler (imam hatiplerin 5. sınıftan başlaması, genel liselerin kapatılıp TEOG’da başarılı olamayanların imam hatiplere gitmek zorunda bırakılması, uygulamalarda zorunluya dönüşmüş olan Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamberin hayatı ve temel din bilgisi derslerinin açılması, Kuran kursuna gitmede yaş sınırının kaldırılması, bakanlığın diyanet ve gerici vakıflarla yaptığı projelerin yaygınlaşması, …) sonucunda, toplumun yukarıda değinilen konularda daha da uç noktalara kayması kaçınılmazdır. Kendisini yurttaş olarak göremeyenlerle demokratik ve çağdaş değerlere sahip olmak, dünyanın saygın devletleri içinde yer almak imkansızdır.

Bu günlerde Harbiye-Osmanbey arasında yürüyenler,  bir özel okulun “Geleceği kaçırma” afişini görmüşlerdir. Oysa geleceği kaçırmamak özel okullardan çok önce devletin görevidir. Ancak piyasacı ve gerici politikalar, her ülkede geleceği kaçırmaya yöneliktir. Piyasacı ve gerici anlayışlara dur deyip çocuklarımızın ve toplumumuzun çağın gerisinde kalmaması- geleceği kaçırmaması için, 16 Nisanda “Hayır” demek gerekmektedir.

[email protected]