16 Mart: Öğretmen Okullarının Kuruluş Günü!

Osmanlı 1848 yılına kadar, öğretmenliği ayrı bir meslek olarak görmemiş ve düşünmemiş. Medrese öğrenimi görmüş olmak, öğretmen olmaya yetmiş. Batı ülkelerinde öğretmen yetiştirilmesine 18. yüzyılın başında, Osmanlıda ise 19. yüzyılın ortalarında 16 Mart 1848’de açılan Orta Öğretmen Okulu ile başlanmış (bkz. Okçabol’un kitabı Öğretmen Yetiştirme Sistemimiz). Bu okula alınacak öğrencilerin iyi Arapça bilmesi istenmiş ve ilk yıllarda medreseden öğrenci transfer edilmiş. Bir tek Anlatım ve Öğretim Birliği dersi meslek dersi olarak konmuş. Daha sonra ilköğretim ve yükseköğretime öğretmen yetiştiren okullar açılmış. İstanbul dışında öğretmen okulu açılması 1875’i bulmuş. Meslek dersleri çeşitlense de, okul ve öğrenci sayıları çok sınırlı düzeyde kalmış. Savaş yıllarında, koşullar gereği bu okulların bir kısmı eğitime ara vermiş.

3 Mart 1924 günü kabul edilen 429, 430 ve 431 sayılı devrim yasalarıyla Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) ile hilafete son verilip öğretim birliği sağlandıktan sonra, öğretmen yetiştirme ve eğitim konularına önem veriliyor. Yeni okullar açılırken öğretmenden, “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” gençlerle “fikren, bedenen ve ilmen güçlü” gençler yetiştirilmesi isteniyor. Bu yönde eğitim alacak gençlere de, “Cumhuriyeti ve bağımsızlığı sonsuza dek savunma” sorumluluğu veriliyor.

1926 yılında Konya’da açılan orta öğretmen okulu, Ankara’ya taşınıp 1930’larda Gazi Eğitim Enstitüsü adını alırken, nitelikli öğretmen yetiştirmenin yolunu açan eğitim bilimleri (pedagoji) bölümü kuruluyor. Bu bölüme en az üç yıl ilkokul öğretmenliği yapanlar sınavla alınıyor ve bu bölümü bitirenler öğretmen okullarında istihdam ediliyor. Yine 1930’larda köylere öğretmen yetiştirme arayışları artıyor. 1936’da başlayan bir uygulamayla, askerliklerini onbaşı/çavuş olarak tamamlayanlar 6 aylık kursa alınıp “eğitmen” adıyla köylerde görevlendiriliyor. Köy eğitmeni deneyiminden sonra 1940 yılında, köy çocuklarının alındığı köy enstitüleri açılıyor. Bu enstitülerde, çocukların bilişsel, devinimsel ve duyuşsal yönlerini geliştirecek, yaparak, yaşayarak ve iş başında eğitim yapılıyor. Köy enstitüsü mezunları, hem köy ilkokul öğretmeni olarak çalışıyor hem de köylünün üretim gücünü artırarak kendi ayakları üzerinde durmasına yardımcı oluyor. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki gelişimler nedeniyle öğretmen yetiştirmede sağlanan nitelik, köy enstitüsü uygulaması 1947 yılında sulandırılmış ve 1954 yılında sonlandırılmış olsa da, 1970’lerin ilk yarısına kadar devam ediyor.

Köy enstitülerinin kapatılmasıyla, ilk öğretmen okulları giderek köylü tabanını kaybediyor. Demirel’in 1965 yılında başlayan iktidarında, öğretmen yetiştiren okullarda kadrolaşmayla birlikte günlük siyasetin etkisi de giderek artıyor. 1973 yılında çıkarılan Milli Eğitim Temel Kanunu gereği, öğretmenlerin yükseköğretimde yetiştirilmeleri adına lise dengi ilk öğretmen okulları 1974 yılında kapatılıp iki yıllık eğitim enstitülerine dönüştürülüyor. Öğretmen yetiştiren okullara lise öğrenimlerini tamamlayabilen orta sınıf ailelerin çocukları gelmeye başlayınca bu sınıfın muhafazakar değerleri giderek bu okulları etkiliyor. 1970’lerde öğretmen okullarında, sağ-sol kavgası yaygınlaşırken Demirel hükümetlerinde sağ kesim giderek güçleniyor.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, 1982 yılında öğretmen yetiştirme görevi milli eğitim bakanlığından alınıp üniversitelere verildiğinde, öğretmen okulları sağcı kadrolarıyla birlikte eğitim fakültelerine ya da üniversitelere bağlı eğitim yüksekokullarına dönüştürülüyor. YÖK Başkanı Doğramacı’nın genelde Türk-İslam sentezci kişileri rektör ve dekan olarak atamasıyla, eğitim fakültelerinin bu anlayış doğrultusunda yapılanması kolaylaşıyor. Mehmet Sağlam’ın YÖK başkanlığında, Dünya Bankası (DB)’nın uzmanları ve kredisiyle desteklenen “YÖK/Dünya Bankası Hizmet Öncesi Öğretmen Yetiştirme Projesi” başlatılıyor. Bu proje DB’nin önerileriyle şekillendirilip Kemal Gürüz’ün YÖK başkanlığında 1997 Kasım’ında uygulamaya konuyor. Bu projeyle, öğretmen yetiştirme, tarihsel temellerinden, toplumsal gerçeklerden ve eğitim biliminden uzaklaştırılmış bir şekilde “öğretmen/eğitimci” değil teknisyen yetiştirmeye dönüşüyor. Eğitim bilimleri lisans programları kapatılıp “eğitim” sorunları önemini yitirirken “öğretim” sorunu öne çıkarılıyor. Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeninin ilahiyat fakültelerinde yetiştirilmesine başlanıyor. Bu öğretmenlere ilköğretimde Türkçe ya da sosyal bilgiler öğretmenliği yapma hakkı da veriliyor! Erdoğan Teziç’in YÖK başkanlığında da bu öğretmenlerin meslek derslerini ilahiyat fakültelerinden alırken eğitim fakülteleri içinde yetiştirilmeleri benimseniyor.

Eğitim fakültelerinde yetiştirilen öğretmenlerin belirgin bir biçimde 1960 ve 1970’lerdeki öğretmen niteliğinden uzaklaştığı görülüyor. 1960’larda TÖS ve 1970’lerde TÖBDER’de toplanan öğretmenlerin yerini, Türk-İslam sentezci kuruluşlarda toplanan öğretmenler alıyor.

1960’lar ve 1970’lerde laik, demokratik, bilimsel ve parasız eğitimden yana olan öğretmen örgütleri bugün azınlığa düşüyor. Günümüzde, karma eğitime karşı çıkan, kızların türbana bürünmesini ve din dersinin anaokuluna kadar inmesini savunan sendikalı öğretmen sayısı artıyor.

Geçmişte “Anamalcı sisteme hayır işçi köylü üniversiteye, Amerika defol...” diyen öğretmenler çoğunluğu oluşturuyor. Bugün, ABD ne yapsa, Irak’ a, Afganistan’a, Libya’ya saldırsa da, Malatya’ya füze rampaları kursa da, İran’a ve Suriye’ye saldıracak olsa da, sesini çıkarmayacak öğretmenler çoğalıyor.

Geçmişteki öğretmenler ve örgütleri, eğitsel ve toplumsal konulara duyarlı olup gereken tepkileri gösterirken günümüz öğretmenleri (eğitim fakülteleri de) laik, bilimsel ve demokratik olmayan gelişmelere karşı bile duyarsız ve sessiz kalıyor. Öğretmenlerin önemli bir bölümü 4+4+4 girişimine bile aldırmıyor.

Geçmişte, “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” gençlerin yetiştirilmesini benimsemiş öğretmenlerin yerini, bugün, “dininin ve kininin davacısı olacak dindar gençlik” yetiştirilmesini savunan öğretmenler alıyor.

Öğretmen yetiştirme bu denli özünden saptırılmışken, Eğitim Fakülteleri Dekanlar Konseyi, temel sorunlara el atacağına, fakültelerini, yabancı kuruluşlara akredite ettirip ticarethaneye dönüştürerek paralı hale getirmenin yollarını arıyor. Bu yol arayışı, gariptir, “Atatürk Döneminde Öğretmen Yetiştirme Politikaları ve Öğretmen Okulları” konusunda doktora tezi yapan bir dekanın bu konseyin başında olduğu bir zamanında ve de öğretmen okullarının kuruluşunun 164’üncü yılında oluyor!

[email protected]