Küçük Adam ne oldu sana?

KENTİN SESİ - ZONGULDAK YAZILARI

Geçtiğimiz hafta sonu, çoğumuzun farkına bile varmadığı bir soru geldi geçti Zonguldak Devlet Tiyatrosu salonundan: “Küçük Adam ne oldu sana?”
Antalya Devlet Tiyatrosu Oyuncularının, Zonguldak AKM Tiyatro sahnesinde emekle ustalığı, duyguyla alın terini harmanladıkları ve başarıyla sahneledikleri oyunun adıydı bu soru!

Cumartesi günü akşamı ikinci kez izlediğim oyun: Oyunu izlerken oturduğum Zonguldak AKM salonunun bilmem kaçıncı sırasındaki bilmem kaç numaralı koltuktan alıp, yaşamım boyunca bir biçimde yolumun geçtiği yerlere götürdü beni.

Ve beni hayatımın değişik dilimlerinde tercihen yaşadığım, ya da tercih yapma şansını bulamadığım ve sadece yaşamak zorunda kaldığım olaylarla yüzleştirdi…

Sahnede harcanan büyük bir çaba ve dökülen alın teriyle sergilenen oyunu izlerken, beyin kıvrımlarıma takılıp kalanların yanı sıra birçok soru da geldi geçti beynimden…

Şöyle bir gelip geçen soruların arsında gelip de geçmeyen, gelip geçmeye de niyetli görünmeyen ve beynime, sanki kendi evinin salonunda bir koltuğa evin ağası gibi kurulan sorular vardı.

“Küçük adam kim, büyük adam kimdi?”

Var olabilmek için insanların büyük çoğunluğunun, uzanabildiği mesafedeki en yakın zayıfı ezmeye çalıştığı bu eşitsizlikler düzeninin neresinde duruyorduk yahut nerelerinde sıkışıp kalmıştık?

Bu sömürü düzeninin büyük adamları ve kendini büyük adam konumunda sananları hayatın hangi anlarında küçülür, ya da zaten küçük adamlardan birisi olduğunun ve kendini büyük adamların arasında sanmasının büyük bir yanılsama olduğunun ayırtına varır?

Ya da! Ya da tam tersine: Bu düzenin sahiplerinin ve kendilerini bu düzenin sahiplerinden biri sananların dudak bükerek baktığı ve “küçük adam!” olarak nitelediği milyonlarca insanın arsında yaşayan, kendilerine dudak bükerek bakan büyük(!) adamların yanı sıra, kendi büyüklüklerinin dahi farkında olmayan ne kadar büyük adam (insan) yaşıyordur kim bilir?

Kim bilebilir?

Bu kapitalist sistemi döndüren çarkların arasında yaşamaya çabalayan bizler büyük çarkları döndüren güçlü dişlilerden mi, yoksa küçük çarkların arasında dönen zayıf dişlilerden birisi miyiz?

Yahut “Çark dönemleri geçti artık, modern zamanlarda elektron kart ve çip dönemi başladı. O dediklerine kafam basmaz arkadaş!” diyenlerden miyiz?

AKM Salonunun koltuklarında oturan yüzlerce izleyicinin arasından, bu soruları kendi kendine kaç kişi sormuştur ya da sorma gereği duymuştur bilemiyorum!

Çünkü sahnede oyunu sergileyen oyuncular, cevabını arayan bu soruları bir çiçek demeti gibi, salonu dolduran tiyatro severlerin arasına fırlatıp duruyorlardı…

Sözün özü: Hiçbir insan hayalsiz kalmamalı, fakat kurmuş olduğu hayallere kendi gerçeklerini ezdirmemelidir. Büyük hayal gemilerinde yolculuk yapmayı düşünürken, sınıfsal gerçekliğinin küçük teknesini de örgütlü ve sağlam bir sınıf bilincine bağlamayı unutmamalı ve gerçeklerini büyütme çabasını da ihmal etmemelidir.

Devasa tekellerin egemen olduğu bir dünyada acımasızlık ve şiddetin hüküm sürdüğü bir sömürü düzeninde, bireysel büyüklük yanılsamalarına düşen işçi ve emekçilerin, öncelikle kendilerini küçük burjuva ideolojisinden ve bu içi boş kof yanılsamalardan kurtarmalıdırlar.

Bir kişi olarak işçiler, emekçiler ve tüm ezilenler, bireysel anlamda (piyasacı düzendeki konumları dikkate alınmaksızın) dünyada yaşayan tüm insanlar gibi önemlidir…

Fakat bir başlarına hiç de büyük ve güçlü değillerdir, olamazlar!

Ancak küçük insanlar kendilerine ve kendilerinden olanlara sahip çıktıkları, örgütlü bir güç haline geldikleri ve kendi sosyalist iktidarlarını kurabildikleri zaman “Büyük İnsanlık” ın onurlu bir parçası olabileceklerdir.

Ve ancak o zaman kendi gerçeklerine aidiyet duymaları gerektiğini anlayacak, kapitalizmin yalan hayal dünyasına karşı kendi gerçeklerine sahip çıkarak onları büyütmeleri gerektiğinin ayırtına da varacaklardır!

Kendi iktidarlarını kurabilmek, koruyabilmek ve yıkılmış olan geçmişin küçük insanlarını büyük insanlığa katarak daha ileriye sıçratabilmek için…