'Yaşasın Meclis direnişi' biraz geç kalınmış değil mi?

Aslında fotoğrafın ilginç kısmı “Bizler Meclise” söylemi ile belirginleşti diyebiliriz. 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde HDP’nin neden mecliste olması gerektiğine dair bir sürü argümanla tanışmış olduk.

Bir oyla devrilecek diktatörler, mecliste olması gereken azınlıklar, Avrupa Birliği yerel yönetim yasasınca belirlemiş bir yol haritası ve daha nicesi insanlar için yapay umutlar oluşturuyordu.

İyi ama sizce de fotoğrafta bir tuhaflık yok muydu? HDP’liler zaten mecliste değil miydi? Elbette öyleydi, hem de uzunca bir süreden beri.

Kürt hareketinin kimi ittifaklar, yerel veya bağımsız aday denemeleri ile birlikte meclisteki temsiliyeti ya da sözcülüğü 1989 yılında kadar götürülebilir. Ancak biz yakın tarihe bakarak örneklendirelim. Hazır örnekteki kişiler hala mecliste iken veya mecliste “direniyorken”.

2007 yılında mecliste Kürt vekillerin rolünü; gerilimi değil demokrasiyi arttırmak olarak tarif eden Ahmet Türk, Kürt sorunun tek çözüm yolunun meclisten geçtiğini ifade ediyordu. Kabaca tek yol meclis diyen Türk, ilerleyen zamanlarda “Büyük Türkiye’nin” Kürtler olmaksızın ayakta duramayacağına, Ortadoğu’ya açılan Türkiye’nin Kürtlere ihtiyaç duyacağına, Kürt sorununu çözse çözse Tayyip çözer çıkışıyla ve ABD müttefikimizdir diyecek kadar meseleyi “ileriye” taşıyacaktı.

Aynı zaman diliminde KCK kapsamında tutuklanan on bine yakın Kürt siyasi, BDP binalarından yaka paça götürülen insanlar, Cizre’de sokakta sürüklenen kadınlar. Meclis o zamanlarda pek de “direngen” değildi anlaşılan.

Selahattin Demirtaş, meclisi demokrasi mabedi olarak gösterirken Roboski’de devlet eliyle 34 insanımız katlediliyordu. Aynı Demirtaş Roboskili aileleri Tayyip Erdoğan’la aynı sofrada oturmaları için ikna etmeye çalışacaktı.

Roboski’de katır üstünde taşınan ölülerin gündem olduğu mecliste Gültan Kışanak’ın da konuşmasını saymazsak ortada bırakın “direnişi”, neredeyse tepki dahi yoktu.

Komünistler meclis burjuvazinin ahırıdır derken siyaset medar vekiller Kürt sorunun tek çözüm anahtarının meclis olduğunu ifade ediyordu.

Reyhanlı patlamasında, torba yasalarda, gericiliğin toplumsal hayatı düzenleyen maddelerinde, eğitimdeki gericileşmede, MİT tırları ile Suriye’deki cihatçı çetelere sevkiyatlar yapılırken sus pus olan mecliste “halkın iradesiyle” seçilen bir Cumhurbaşkanı ayakta alkışlanıyordu.

Bazen ortamları şenlendirmesi için kürsüye çağrılan Sırrı Süreyya Önder meclisteki havayı dağıtırken, Dış İşleri Bakanlığında Hakan Fidan’ı görmek istediğini de belirtmeden geçmiyordu elbette.

Tarih usta bir öğretmendir. Ve yazılanları unutmaz. Bijî berxwedanê meclisê (yaşasın meclis direnişi) sloganları atanlar Sur’a bombalar yağarken mecliste hangi önerileri verdi? Hatırlıyor musunuz? Kadınlara kadın kuaför ya da tekke ve zaviyelerin yeniden açılması önerileri size bir şeyler çağrıştırıyor mu?

Düne kadar Cuma Namazlarına çağıran HDP’li vekiller ne oldu da bir anda “direnişe ve kavgaya” davetkâr oldular?

Kimileri Dolmabahçe Mutabakatına yapılan saray darbesi kimileri de Eşme Ruhu’nun sonunun geldiği için bunların yaşandığını ifade etmekte.

Yaşananlar ne Eşme Ruhu’nun sonu ne de Dolmabahçe Mutabakatı’nın çöpe atılışıdır.  Tüm bunlar hem mutabakatın hem de Eşme Ruhu’nun sonu değil sonucudur.

Dolmabahçe Sarayından Cumhurbaşkanlığı Sarayına bir sürecin tutarlı ilerleyişine tanık olmaktayız. Sur ve Cizre yıkılırken meclisin sus pus oluşu ile dokunulmazlık meselesindeki “direniş” aynı sürecin tutarlı fotoğrafın çıktısıdır.

Anlaşılan o ki şimdi sermaye cephesinde AKP’nin Kürt kartıyla terbiyesi gündemde… AKP’nin Musul'uyla, Halep’iyle, Rojava’sıyla sıkışan Ortadoğu siyasetinin içerde de Kürt sorunuyla terbiye edilmesi ve “diyetinin” kesilmesi ilerleyen günlerde gündeme gelebilir.  Yıkılan kentlerden dumanlar yükselirken Demirtaş’ın yine “eski formunu yakalayarak” şen şakrak yaptığı esprileri bir de böyle bir pencereden düşünmek gerekir.