Toparlanın kalıyoruz!

Malum hikâye,

Arabanın camına bir sinek konar köy yolunda ve giderken arkadan çıkan toza bakarak, bir ıslık çalar; “of be ne toz çıkardım ama…”

Dileyenler kağnının gölgesine sığınan köpeğin hikâyesinden de yola çıkabilir.

Eğer kavgada umudunuzu başka hesaplara devrettiyseniz baştan söyleyelim işiniz zor. Çünkü “başka hesaplarınız” kaybettiğinde siz de yenik sayılırsınız. Evet, bu basbayağı “Almanlar yenildiği için yenik sayılan Türkler” edebiyatıdır.

Tuhaf mı? Tuhaf!

Sandıklara hayallerini ve rüyalarını gömenler sandıkların altında kalmış gibi görünüyor. Yahu daha düne kadar “sizi başkan yaptırmıyordunuz”, şimdi nereye böyle?

Anlaşılan iş yine başa düştü. Zaten hep öyle değil miydi? Olsun biz yine bilmezlikten gelelim.

Öyle ya, herkesin bildiği kimsenin inanmadığı bir dünyada iyiliğe, güzelliğe ve yarınlara inanların bilmiyor olduğu varsayılıyor.

Peki memleketin aydınının hali?

“tükenişi bir aşkın

bir nehrin tükenişine benzer

ne deniz olabildin

ne nehir kalabildin...”

Şairin şiirinde çizdiği kendi portresidir bugünden bakınca.  

Ortadan ikiye yarıldı toplum. Kazananlar ve kaybedenler. Kazananlara memleketin aydınını, sosyalistini, geleceği için mücadele eden emekçisini yazalım. Çok mu abartı? Bence değil. Umudu sandıkta aramayanlar, geleceğe yatırım deyince önce emeğini ve gövdesini ortaya koyanlar, her gün yeni bir dünya için mücadele edenler yenilir mi? Madem “tarih, karşısında göz yumanları değil, karşı koyanları yazar”* dedik karşı koyanların son tahlilde kazandığını bilerek ilerleyelim.

Öte tarafta kaybedenler…

Ülkenin kaybedenler hanesinde yer alanlar ise bugün ya kaçmaktadırlar ya da kavgadan dönmekte. Çünkü gericilik çağına teslim olmamak zor iş. “Bizim abdestimiz sağlam” deyip sıyrılmak kolay değil.

Ne demeli şaire? Kendi dizelerinden ilerlemeli yine;

“kendin ol

kendin ol

sen buysan başkası ol!    

ne Diyarbakır anladı beni ne de sen

oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen...”

 

Neyin sevgisi bu? Neyin hasreti?

Bu kadar mı aciz sever bir aydın memleketi? Bu kadar mı edilgendir?

Örgütsüz aydın su terazisi gibidir, birileri kaldırdıkça yükselir. Başkasına bağımlıdır. Sözde örgütlü aydınların durumu ise daha vahim… İnsanın boğazında düğümleniyor sözcükler. Acıdan kederden değil, öfkeden ve inattan.

Dizeleri geçen şair memleketten umudunu kesen Yılmaz Odabaşı’dır. Seçimlerin hemen ardından ülkeyi terk edeceğini açıklayan “yürekli şair”.

Kaçanlar kervanından… Biz ise kalanlardanız. Ama durum biraz da ironik. Çünkü yazının başlığındaki “toparlanın kalıyoruz (gitmiyoruz)” sözü de İsmet Özel’e aittir.

Tarih sahnesinde kaçanlar ile kavgadan dönenler arasında hiçbir fark yoktur.

Kazanmak adına, kazanacağı varsayılanın ardında tam boy yer almak temsiliyetten ziyade teslimiyettir. Kendisine öncüler ve güçlüler seçenler öncülükten vazgeçtiklerini belki bilmezler ama tarih göz yumanları görmezden gelmiyor.

Yalçın Küçük’e göre bu başkasına umut bağlamaktır ve aydıncıkların ya da başka bir ifade ile küçük aydınların işidir.

Küçük’ün 1977’den verdiği örnek bir hayli öğreticidir bu açıdan;

“Aydın, aydıncık değildir. Çoğalmak ister. Ama aydın yalnız da kalır. Kalabalığa tapmaz. 1977 yılında İstanbul'da Demirel ve Ecevit milyonların oyunu aldı. 1977 yılı 1 Mayıs'ında Taksim Alanı'na işçi sınıfından yarım milyon toplandı. Ama 1977 Haziran ayında işçi sınıfı adayları beş bin, 1977 Aralık ayında ise, en fazla on bin kadar oy aldı. 1977 yılında beş bin veya on bin, yarım milyondan çok daha değerlidir. Aydın bunu bilir. Aydıncıklar ise başkasını.”**

Diktatörü diktatör yapan şey sadece zulmü değildir. Her sarayın bir de soytarısı vardır!

Biliyoruz, kaçmıyoruz, vazgeçmiyoruz.

Boyun eğmeyenleri yeni bir hayatı kurmak için bu büyük kavgaya çağırıyoruz.

Çünkü inanıyoruz.

 

*Komünist Parti Seçim Deklarasyonu 

**Yalçın Küçük, Kolay Okuyucuyu Aşmak