Syriza’dan Seyit Rıza’ya bir seçim anomalisi

Dün itibariyle başlayan ve Halkların Demokratik Konferansı (HDK) tarafından düzenlenen Alevi Konferansına bakınca bazı şeylerin hiç de normal seyrinde gitmediğini fark ettim. Bunu fark etmek için ekstradan metafizik güçlere sahip bir gözlük falan kullanmaya gerek yok. 

Zaten kanımca bunu fark etmeyen de yok. Sorun fark etmeyenlerin varlığı ve bir “bilinç” müdahalesinin yetersizliği de değil. Ya da mesele birilerine ya da bir şeylere eskisini gösterip, bugün bunun geçmişteki gibi olmadığını anlatma çabası da değil. Sorun tüm bunları fark edip de rahatsız olup müsamaha gösteremeyenler ile bunu olağan ve normal karşılayanlar arasındaki gerilim sanırım.

Tercih edenler ile boyun eğmeyenler arasındaki tarihsel anlaşmazlık.

HDK’nin düzenlediği konferansa bakınca bir an ciddi ciddi kendimi çok farklı bir ülkede yaşıyor gibi hissettim. Ya gerçekten insanların gözlerinin içine baka baka bir siyaset oyunu oynanıyor ya da birileri bu memlekette yaşayanların herhangi bir toplumsal ya da siyasal hafızaya sahip olmadığı düşünülüyor.

Selahattin Demirtaş’ın da konuşma yaptığı etkinlikte gericilikle ve zorunlu din derslerine, IŞİD ve türevlerine karşı mücadele gibi ibareler ve mesajlar göze çarpıyordu. Selahattin Bey’in etkinliğin başlığında geçen “Tarih, Sorun ve Tahayyül” ifadelerinde geçen kavramlara uzak biri olmadığını biliyorum. Tarihi bilir, sorunu saptama kapasitesine sahip akıllı bir siyasetçidir. Geriye tek bir şey kalıyor o zaman. O da geleceğe dair tahayyüllerimizin farklılığıdır. Burada da bir bilinç ve yeterlilikten ziyade bir tercih söz konusudur. 

Türkiye’de estirilen Syriza rüzgârında Yunanistan’daki zafere sevinenler göze çarpıyordu. Ne tuhaf değil mi? Türkiye ve Yunanistan’da iki ülkenin de siyasi yelpazesinde yer alan, iktidarından muhalefetine herkes sevinip kutlarken sadece bu iki ülkenin Komünist Partileri hoşnutsuzdu. Hem de öyle mesele kedi-ciğer ikilemi falan da değildi. 

Syriza’ya dair uzun uzadıya bir şey demeye gerek yok. Yaşananlar kendini gerçekleştiren bir kehanet olmadığına göre siyaset biliminin sonucudur. Hem sermayenin hem de emekçilerin sevindiği bir tablo gerçekçi değildir. Türkiye’de tüm “muhalefet” gerçek Syriza kim yarışını girerken, Syriza’nın kendisi için Yunan emekçi halkı ölmüş bir atın kırbaçlandığının farkındaydı. Herkes yine sokağa çıktı ama Syriza’cılar görmek istemedi.

Peki, Türkiye’ye bakınca nedir melese? Biraz irdelemekte fayda var. 

Alevi Konferansında sözü geçen gericilikle mücadeleye dilerseniz birlikte bakalım. Eğer mesele gerçekten “Dersim’i parantezden çıkarmak” ise önce dinci gericiliği ve onunla mücadeleyi başa koymak zorundasınız. Bunun azı çoğu, lamı cimi yok. Bunun için bu ülkede yaşanan Alevi katliamlarını, kapılara konan işaretleri, size tecavüz mubah diyenleri, Sivas’ta yakanları, kürtaj yasağını getirenleri, Kürdistan deyince aklına sadece meleleri ve seyidleri getirenleri, cami-cemevi projelerini, kadın ile erkek eşit olamaz söylemleri terazinin aynı kefesine koyacaksınız. Yeterli mi? Elbette hayır… Tüm bunları yaparken IŞİD’i, tırlar dolusu mühimmatı İslamcılara peşkeş çelen AKP’yi, “IŞİD için terör örgütü diyemeyiz bunlar tepkili bir toplam” diyen siyasileri, bu ülke şeriatla yönetilsin istiyorum Kürt sorununu İslam çözer diyen yobazları da terazinin diğer kefesine koymadan ilerleyeceksiniz. Koymayacaksınız ki terazinin diğer kefesinde Aziz Nesin’e, Nâzım Hikmet’e, Cegerxwîn’e, Ape Musa’ya, Hizbulkontra tarafından katledilen gazetecilere-aydınlara yer kalsın. 

Konferansta geçen gericilikle mücadele ve zorunlu din derslerine karşı çıkma ibarelerini görünce ne yalan söyleyeyim güldüm. Daha birkaç sene önce 4+4+4 eğitim sistemi geçirilirken neredeydi aklınız? Bunda da ötekinde de anadilinde eğitime yer yok zaten diyenler bir önemli ayrıntıyı kaçırıyordu. Anadilinde eğitim bilimsel olmuyordu her zaman ama bilimsel eğitim anadilinde olmak zorundaydı zaten. Sovyetler Birliğindeki örnekler ve deneyim bunun için yeterli ispattır. Buna girmeyeceğim. Ancak meselenin sadece Kürtçe konuşmaktan ibaret olmadığını TRT Şeş göstermiş olmalı herkese. Yok bu yeterli değil diyenlere Kobanê’yi kuşatan İslamcı teröristlere komuta eden IŞİD’li Kürdün verdiği Kürtçe katliam emirlerini hatırlatabilirim. Siz istediğiniz kadar Kobanê’de İslam kazandı deyin. Tarih farklı bir şey söylemiyor zaten. İnsanlık kaybetti. Tahayyüller farklı çünkü.

Bir yandan İslamcı adayları göstereceksiniz öte yanda İslamcılıktan beslenen terörizmle mücadele edeceksiniz. Nasıl olacak o iş? Hem Cegerxwîn’i hem de Said-i Kurdî’yi nasıl aynı kefeye koyacaksınız. Hani seçmeni boş verin, tarih de mi bunun farkında değil?

Yoksa Türkiye Syriza’sı seçmenlerini asla yan yana getirmemeyi mi planlamakta. Dersim seçmeni ile Urfa’da Hüda Kaya’yı destekleyenler yan yana geldiğinde ne olacak? 21 ilde Kutlu Doğum Haftası organize edenler Alevilere nasıl sahip çıkacak? Eşme ruhuyla mı?

İki genç insanı ve bir savcıyı katleden AKP polisi kutlanacak, bir öğretmenin ölümüne sebep vali aklanacak, ülkeyi karanlığa mahkûm edenler yok sayılacak ve bizler de gerçek İslam yarışına gireceğiz öyle mi?

Alevi Konferansını “IŞİD birlikte yaşama cesaret edemediği için katlediyor” ibaresini görene kadar takip edebildim. Sonrasına gerek yok zaten. Ilımlısı ile radikali arasında mesafe koyan yaklaşım acaba IŞİD bu birlikte yaşama cesaret gösterirse boyun mu eğecek? Ne yani AKP ile IŞİD arasında fark arayanlar katledilen insan sayısını falan mı yarıştırıyor?

Tüm bu çelişkileri üretecek ve bunda herhangi bir beis görmeyeceksiniz öyle mi? Sonra da bunu siyasi bir üslup olarak sürdüreceksiniz. Ne acı.

Seyit Rıza’nın dediği gibi; Ayıptır, zulümdür, cinayettir.