Seçim İttifakları ve HDP: Ah o gemide ben de olsaydım

Türkiye seçim tarihinin, oy, baraj ve vekil üçgeninde en yoğun tartışıldığı dönemlerinden birini yaşıyoruz. Yediden yetmişe sandığa gidecek herkes, AKP’nin 400 vekil alıp alamayacağını, başkanlık sistemini ve yeni anayasayı tek başına uygulayıp uygulayamayacağını, CHP ve HDP’nin çıkaracağı vekillerin bunu nasıl etkileyeceğini tartışıyor. 

Öte yandan tartışılagelen ve artık hem seçmeni hem de niyetlisi tarafından bir doygunluğa ulaşan HDP ile yapılan-yapılacak olan ittifaklar. Doygunluğa ulaşan diyorum çünkü HDP seçmeni ve tabanı da barajı aşma noktasında yürüyen tartışmalarda düne kadar eşi benzeri görülmemiş bu ilgiyi gülümseyerek izliyor artık.

Siyasi yelpazenin epeyce geniş bir alanında HDP’ye destek verenleri ve destek verilmeli diyenleri görmek mümkün.  Destek verenlere hak verdiğimden değil ama anlaşılabilir yanları var diye düşünüyorum. Siyasi rotanızdır, hedefinizdir, çıkarınızdır anlarım. Buraya sonra tekrar dönelim. Ama HDP’ye destek verilmeli diyenlere akıl erdirmek mümkün değil. Çünkü bu cenahı ne tutan, ne de kovalayan var. Kalkan geminin ardından ah o gemide ben de olsaydım diyerek iç geçirenler gibi el sallamaktalar. Üstelik ceplerinde seyahat biletleri de olduğu halde.

Tüm bu tartışmalar, AKP’nin gerileyip gerilemeyeceği, hangimizin Kürt düşmanı olunup olunmadığı, HDP’nin 400 vekil projesine ket vurup vurmayacağı, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olup olamayacağı üzerinden devam etmekte. Fakat işin ilginç yanı, tüm bu tartışmalar AKP gerilesin ya da 400 vekil alsın veya Tayyip başkan olsun ya da kalsın her halükarda AKP’li ve Recep Tayyip Erdoğan’lı bir Türkiye fotoğrafını ekarte etmeden devam etmekte. Seçimler, baraj ve HDP üçgeninde yürüyen tüm tartışmalar AKP’siz Türkiye’nin alternatifini değil, AKP’li Türkiye’nin sığınaklarına işaret etmektedir. Bu elbette önemli… Ancak bir sosyalist AKP’li Türkiye’nin yaşanabilir mevzileri ile yetinebilir mi? Üstelik bu durum o sığınağın biçimini ve niteliğini tartışmadan sürdürülebilir mi?
Mesele son tahlilde “HDP’siz bir AKP elini kolunu sallayarak işine devam eder” tartışmasına indirgendiği koşullarda AKP Genel Başkan Yardımcısı Aktay’ın “biz olmasaydık Kürtçe Kürtlerin elinde ucubeye dönüşecekti” demeye cüret edebildiği bir Türkiye’nin profilidir. 

HDP’ye destek verenlerden kimileri ise eğer AKP ile HDP anlaşır da anayasa konusunda uzlaşırsa kaybedecek bir şeyimiz yok sokağa geri döneriz diyebilmektedir. Kargalar bile gülecektir buna. Nereye geri dönüş? Hangi sokak? Tayyip diktatörlüğündeki bir ülkede seçim tartışmaları meclis sınırlarını aşmaya indirgendiğinde geriye ne sokak ne de meydan kalır.
Rahat olalım demektedir kimileri. İnce hesaplar yapmaya gerek olmadığı bakkal hesabıyla da bu işlerin yürütülebileceğini salık vermekteler. Bakkal hesabıyla yola çıkanlar, veresiye defteri ile sınıf siyaseti yapmaya mahkûmdurlar. Sonrasında kuldan korkmayan Allah’tan neden utansın?   

AKP daha ileri gitmesin diye çağrı yapanlar bugün mecliste kavga gürültü ile geçen yasaları görmezden mi geliyorlar. Meclisin bugünkü haline fit olanlar onu geriletmeye gücü yeter mi? Bugün CHP’nin ya da HDP’nin vekillerinin çekildiği bir Türkiye’de AKP’nin herhangi bir meşruiyeti kalabilir mi

Öte yandan bunu yapsa yapsa HDP yapar diyenler bugüne kadar meclise ve siyasal düzleme hiç mi bakmadılar?

4+4+4 gericiliği, Gezi’de AKP’yi biz kurtardık çıkışlarını, Medine Sözleşmesini siyasal düzeleme çekenleri, Kürt İslam Konferansları düzenleyenleri, daha geçtiğimiz yerel seçimlerde Bitlis’e Said-i Kurdî Kültür Merkezi önerisi yapanları, Kobanê’de İslam kazandı diyenleri, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemini onaylarız argümanlarını, Kürt sorununu çözse çözse Tayyip çözer diyenleri, Barzani Tatlıses buluşmalarında Medeni Yıldırım’ın annesi Fahriye anneyi sokaklarda yalnız bırakanları nereye koyacağız? 

Tartışmanın, bütün bunları bir kenara koyup Tayyip başkan olacak mı olmayacak mı denkleminden ilerlemesi AKP’nin gerçek seçim başarasıdır. 

Bir yandan Gezi’de AKP’yi biz kurtardık derken diğer yandan Haziran’ın oyları HDP’ye diyeceksiniz? Sınıf savaşını HDP’ye karşı mı veriyorsunuz diyenler tarihte kaç tane sınıf var sanıyor? 

Mesele örneğin Küba olduğunda en ince ayrıntısına kadar hata arayanlar, onca hata yumağı içindeki bir seçim çalışmasına güzellemeler yapabilmektedirler. Çipras’a selam çakıp Hüda Kaya’lı HDP’ye eyvallah diyerek bir seçim yolculuğuna çıkılmaktadır.

Herkese bu heyecanı veren Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı oy oranıydı. Ama aynı oy oranına bakarak motivasyon bulanlar o oyların neredeyse yüzde doksanının zaten sadece Kürdistan’dan alınan oylar olduğunu unutmasın. Yani HDP zaten Kürdistan’da durumu biraz daha ilerletirse mecliste yerini alacaktır. Solcuların oyunu almak barajı aşmanın değil, Türkiye’nin Syriza’sının çıktısı olacaktır. 

Tüm bunları görmezden gelip ah o gemide ben de olsaydım diyenleri tutan şey AKP ile HDP’nin ilerleyen vadelerde acaba bir ittifak yaparlar mı kaygısı mıdır? Sanmıyorum. Ama illa böyle bir kaygısı olan cenah varsa çözüm sürecinden de meseleyi okuyamıyorlar ise Mehmet Mir Dengir Fırat’a danışabilirler. Zira kendisi hem AKP’nin kurucusu hem de HDP’nin adayıdır. 

Meseleyi Kürt düşmanı olup olmamaya indirgemek sınıfta bırakır. Sınıfta kalanlar herkesin gözünden kaçabilir ama “sınıfın” hafızasından silinmez. Ayrıca meseleyi sadece Kürtlerle dost olup olmaya indirgemek Kürt halkına yapılacak en büyük düşmanlık olacaktır. 

Nasıl bir Türkiye sorusunda AKP ile başlayan herhangi bir cümleye ne gerek ne de yer var. Bize düşen halkların kardeşliğinin kalıcı temelleri atmaktır. Ortalamacılık bizden uzak olsun. Sosyalizmden aşağısı kurtarmaz!


'Madem ben bu kadar tatlıydım geçmiş senelerde neredeydiniz?'