Paris’ten Kırşehir’e Victor Hugo: İki kitapevi iki diktatör

1940 yılında Hitler’in Faşist birlikleri Paris’e girdiğinde, gün ışığı artık umuda ve neşeye değil, Nazi postallarının derilerindeki ışıltıya neden oluyordu.  Fransa sanılandan daha kolay teslim olmuştu. Paris sokaklarında diz çöken Fransız burjuvazinin mağduru bir halk, hayatlarında ilk kez gördükleri kuru kafalı ve gamalı haçlı askerlerin yürüyüşüne tanık oluyordu.

Direnenler de vardı elbette. Bir avuç komünist, burjuvazi teslim olurken boyun eğmemiş ve Faşist ordularına hoş geldiniz dememişti. İnanmışlardı! İyiye ve doğruya, umuda ve insana… Nasıl olsa def edilecekti Faşistler ve Eyfel Kulesi’ne çekilen Nazi bayrağı indirilecekti. Cezayir, Fas ve Tunus’tan gelen mülteciler Fransız emekçisi ile kol kola girmiş direniyorlardı. İyiye, doğruya, umuda ve insana inandıkları için. Bugün sınırda bekletilen mültecilerdi o gün Fransa’nın onurunu kurtaran.


İşgal Sonrasında Faşist Ordularının Hatıra Fotoğrafı

İşte böyle günlerden birinde Hitler ve Mussolini’nin Paris sokaklarında bir nümayişe çıkacakları duyurulur. Tüm sokaklar ve dükkânlar Nazi bayrakları ile süslenir. Her yerden Nazi marşları çalınır kulaklara ve Faşist orduların simgeleri ile donatılır binalar. Aynı zamanda Nazi askerleri dükkânları bir bir gezerek iki afiş verirler insanlara. Hitler ve Mussolini’nin geçişi sırasında tüm dükkânların vitrinlerine bu iki resmin asılı durması gerektiğini emrederler.

Hikâye odur ki bu dükkânlardan biri bir kitapevine aittir ve adam kara kara düşünür ne yapacağını. Çünkü resimlerini asması için simaları eline tutuşturulan bu diktatörler bugünlere yaktıkları kitaplarla gelmişlerdi. Gerçekleştirilen kitap yakma eylemlerinde kitapçının o an kitapevinde sattığı pek çok yazarın kitapları tutuşturulmuş ve insanları vahşice bunu izlemişlerdi.

“Asamam! Hayır, bunu yapamam” der kitapçı. Ama bir yandan da korkar. Çünkü o kitapevi tek geçim kaynağıdır ve çocukları evde ekmek beklemektedir. O dükkâna bir şey olursa aç kalacaktır ailesi. Bir yandan da gönlü el vermez. Kitapları yakanların fotoğraflarını nasıl olur da bir kitap evinin vitrinine asardı?


(Nazilerin Kitap Yakma Eylemlerinden Bir Kare. Bu Eylemlerde On Binlerce Kitap Yakılırdı)

Çaresizce ve Nazi subayının tehditkâr bakışları karşısında afişleri teslim alan kitapçı yüzünü avuçlarının içine gömerek ne yapacağını düşünmeye başlar. Sonra aklına müthiş bir fikir gelir. Bulduğu fikrin iyiliği yüzünde tebessüme yol açar ve gözleri ışıldar kitapçının.

Nümayiş günü gelip çattığında dükkânını ilk açan kitapçı olur. Sokaklara dizili askerler Hitlerin geçişini beklerken sabah kalkar dükkânını temizler ve vitrini düzenler.

Vitrinin sağ köşesine Hitler’in sol köşesine de Mussolini’nin resmini asar. Vitrinin orta tarafındaki boşluğa da bir kitap koyar.

Koyduğu kitap ile bir hesap sorar kitapçı. Bir kitapçının en güçlü silahı nedir kitaplardan başka? Dudaklarında neşeli bir ezgi keşfettiği bu şeyin mutluluğunu yaşar.

Sağ yanında Hitler, sol yanında ise Mussolini’nin olduğu bu vitrinin ortasında duran kitap Victor Hugo’ya aittir. Kitabın ise Sefiller!

Kitapçının akıbeti ne mi oldu?

Hikâyemizde bunun bir önemi yok. Hitler’in korku ve sefaletini insanlığa duyuran kitapçının hikâyesindeyiz biz. Romanlarındaki karakter, masallarındaki kahramanlarız.

*Geçtiğimiz gün –belki de bir diktatörün fotoğrafı vitrininde olmadığı için- yakılan Kırşehir’deki Gül Kitapevi’ni ziyarete gittiğimizde ise yanmış dükkânın, olmayan vitrininde ziyaretçiler için oluşturulmuş bir sergide en üstte duran kitap diktatörlerin kitapçılara yaklaşımını özetliyordu yine.

Yakılan kitapevi için gelenlerden bir liseli arkadaşımız “ağbi matematik kitapları vardı sabah nerde onlar” diye soruyordu. “Onlar yanmıştı temiz değiller” diyordu kitapevinden Sait. “Olsun” diyor çocuk. “Ben yanmış olanı istiyorum ondan ver” diyordu.

Bir yanda sefiller duruyordu, diğer tarafta boyun eğmeyen insanlık.


Kırşehir Gül Kitapevi’inden

Diktatörlerin uşakları var. Sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Evet, yakılan kitaplarımız kadar değil sayılarımız ama tarih kitapları onursuz kalabalıkları değil boyun eğmeyen insanlığı anlatır daima.

Diktatörler seçimlerle gelirler ancak gerilemez ya da keyfen gitmezler. Gitmeyecekler…

Korkutur onları boyun eğmeyen insanlık.

Ruhi Su korkutur türküleriyle.

Ape Musa kalemiyle.

Nâzım’ın şiirleriyle…

“çok uzaklardan geliyoruz

çok uzaklardan..

ve artık

saçlarımızı tutuşturarak

gecenin evinde yangın çıkaracağız.”

İşte o gün sizi yaktığınız kitaplarla yargılayacağız!


Boyun eğmeyenler yeniden kuruyor kitapevini.

Not: Yazı’da Recep Tayyip Erdoğan demeden bir diktatör nasıl anlatılır sorusuna cevap aranmıştır.