Nâzım Hikmet şiirlerinde Kürtler

Mevzu bahis Nâzım olunca ne yazık ki Kürtlere dair temasını ve ilişkisini inceleyen sözüm ona Kürt aydınları sola ve sosyalizme olan mesafeleriyle övünen kişiler oluyor. Kişiler böyle olunca Nâzım da Kürt halkına düşman, Kürtlerin yaşadığı türlü sıkıntılardan habersiz ve umarsız şoven bir şair olarak lanse ediliyor.

“Kimin umurundaki komünist bir şairin şoven biri olarak lanse edilmesi, buna kargalar bile güler” demeyin. 

Hesaplaşılmalı.

Sorun ciddi. Çünkü böylesi girdileri yapanların asıl derdi sosyalizm ile Kürt halkının arasında bir mesafe tanımlamak ve aşılmaz duvarlar örmek. 

Her sorunun başına Kürt sorununu her çözümün başına da müzakereyi koyan bir yaklaşım, mevzu bahis Nâzım olunca da lambadan cini çıkarıyor ve “Kuvâyi Milliye Destanında Atatürk” vurgusunu esas alarak bir tarih yazımı yapıyor. Sonra kalkıp “Ay yıldızı esir bayrakla” Türkiyelileşme mitingleri yaparken kimsenin yüzü kızarmıyor.

“Bıraksalar Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı” dizesiyle imgelenen Atatürk ile kendi siyasi çizgilerinde mesafe tayin etmeyen bu yaklaşım nedense şair Nâzım olunca şiirler ulusal bir çerçeveden ibaret kalıyor. Sanmayın Onbeşlere yazılan şiirlerden habersiz olduklarını. Bilinçli bir yaklaşım… Şaşırmayın Obama’dan motivasyon duyup da Nâzım’dan habersiz toplama sonra.

Peki, tüm bu çelişkiler ve tuhaflıklar bir yana; sahi Nâzım’ın şiirlerinde Kürtlerle ilgili ne geçer?

Bunun için önce Nâzım’ın yaşadığı dönemde Kürt meselesinin durumuna bakmak lazım. Kürt sorununu belki de bu bağlamda 1920 ila 1960 arasında farklı bir yere koymak gerekir. Bu dönemde Kürt halkının bir bütün olarak ulus olma hakkının üzerine gidilmiştir. Coğrafya kitaplarında, mecliste, kayıtlarda ve tutanaklarında Kürtlerin ve Kürdistan’ın silindiği bir dönemdir. Dönemin tüm aydınlarının bu süreçte kolu kanadı kırılmıştır. Takrir-i Sükun ve benzer uygulamalar bu evreyi örmüştür. Kısaca Kürt sorunu, mücadelesinden daha büyüktür o dönem. 

Nâzım’ın şiirlerinde yer alan Kürt imgesini anlatmak ve aktarmak için bu yazının sınırları var. Ancak Nâzım Hikmet’in tüm şiirlerinde Antepli, Urfalı, Diyarbakırlı olarak yerini alır Kürt halkı. 

“Kürtlere kuyruklu derler, yalan. Kuyrukları yok. Yalnız çok âsi, çok fakir insanlar. Zenginleri de var        ama az, beyleri…” diyerek anlatır Aydın köylüsü Kürtleri Nâzım şiirlerinde.   Antepliler silahşor olur ve Karayılan hakkından gelir Fransız askerinin. “Ve şarkta akrepleri, toprak koğuşları, karpuzlarıyla ünlü hapishanede” yatan bir halkın çilesinden söz eder. Kemal Tahir’le mektuplaşırlar Diyarbakır cezaevinden bir konuya dair.

“Sayın halkların bütün ırkları, Endonezyalısı, Almanı, Eskimosu, Sudanlısı, Çinlisi, Türkü, Ermenisi, Yahudisi, Arabı, Lehlisi, Rusu, Meksikalısı, Norveçlisi, Kırgızı, Abhazyalısı, Hintlisi, Kürdü, Fıransızı, Farsı, Liberyalısı, İngilizi, Amerikalısı: ak, kara, kırmızı, Tükenir mi saymakla ve adını duymadıklarım, hepinizi, hepinizi yerlere kadar eğilerek selamlarım.” diyerek selamlar. Tüm insanlardan bir insan, tüm uluslardan bir ulus olarak yer alır Kürtler.

Ama bir şiir vardır ki değinmeden geçmek hata olur. Nâzım’ın Gazete Fotoğrafları Üstüne şiir üçlemesinin ilkinde Diyarbakır’da yaşayan ve dönemin sağlık bakanının dağıttığı zehirli buğdaylardan dolayı çıkan yaraları aktarır şiirlerinde. 

Şiir şöyledir.

Kara Yara

 

Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne 

                                     iki çıplak yavrucuk, 

birinci sayfada iki sütun üstüne 

                                     bir avuç kemik deri. 

Delinmiş patlamış etleri. 

Biri Diyarbakırlı, Erganili biri. 

Kolları bacakları kargacık burgacık, 

kafaları kocaman, 

ağızları korkunç bir haykırışla açık, 

birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık. 

İki kurbağacık 

kara yaralı iki yavrum benim. 

Yılda kim bilir kaç bininiz 

acı suya bile doymadan gelip gidiyor... 

Ve müsteşar bey : 

(Kara Yaraya tutulası) 

"Endişeye mahal yok," diyor.

Bu konuya dair girdiler yapan bir diğer aydın da Musa Anter’dir. Kendisi bu yaralara yöre halkının deyimiyle Kara Yara der. Kara yara imgesini Nâzım Anter’den tarifler.  

Musa Anter anılarında bu durumu şu ifadelerle aktarır:

“Güneydoğu’da buğday ekim ayında ekilir. Ama Nisan ayında, en şiddetli zehirlere bulanmış yüz binlerce ton buğday toprak ağaları tarafından fakir fukara Kürt halkına arpadan ucuz bir fiyatla satılıyordu. Bu buğdaylar bilinçsiz Kürt halkı tarafından öğütülerek un yapılıyor ve daha sonra bu undan ekmek pişiriliyordu. Ama gel gör ki bu güya haşere için kullanılması gereken buğday  bilinçli bir şekilde Kürt halkını mahvetmeye yönelik olarak kullanılıyordu. Kısa bir zaman da bu, en çok da çocuklar üzerinden tesirini gösterdi. Bu zehrin çocukların üzerinde açtığı yaraya, halk arasında Birîna Reş yani kara yara dendi. Ben o vakit Diyarbakır’da İleri Yurd gazetesinde çalışıyordum. Bu realiteyi çokça dile getirdim. Ama canavarlar Kürdistan suyunu kurutmak için planlarını uygulamaktan vazgeçmediler. Bu ara Diyarbakır havalisinde bir gezinti yapmış; Çüngüş, Dicle, Hazro, Lice, Hilvan, Çınar ve Bismil’i gezmiştim. Bu ilçelerde çoğu doktorsuz olan sağlık ocaklarına uğradım. Buralarda maymun yavrularına dönüşmüş yüzlerce yara içinde çocuk gördüm. Çocukların tüm yüzleri kara kara ve bir karış boyunda kıllarla kaplıydı. Yüzleri ve vücutları, çeşitli yerlerinden parça parça etler dökülmüş iyileşmez yaralarla doluydu. Çocukların büyük bir kısmı ölüyordu. Bu olay 1958 yılında geçiyordu. Bugün bir istatistik yapılsa bu yıl ve ondan üç beş yıl evvel doğumlu çok az Kürt insanı vardır sanıyorum.

İşte bu beni çok etkilemiş ve piyesi yazmama da büyük ölçüde sebep olmuştu. İleri Yurd Gazetesi’nde bu olayı sık sık izah ediyordum. Fakat Sağlık Bakanlığı, düzenlendiği sahte raporlarla bu yazılarıma cevap vermeye çalışıyordu. Güya bu hastalık buğdaydan ileri geliyormuş. Olay çokça yankı yaptı. O kadar ki, Nâzım Hikmet Moskova’da bana arka çıktı ve “Kara Yaraya Yakalanası Sağlık Bakanı” adlı bir şiir yazdı.”

Düne kadar Nâzım’a bu mantıkla yüklenenler Musa Anter’i de es geçmemiştir. Musa Anter’e “Siz hiçbir şey yapmamışsınız biz sıfırdan başladık” diyen gence Musa Anter, Nâzım için de cevap vermiştir tarihsel olarak: “Biz eksilerden sıfıra gelmek için çok çabaladık!”

Sözün özü Nâzım ile Kürt halkının arasında mesafe tayin edenlerin kastı Nâzım’ın dizelerinden ibaret olsa sıkıntı olmayacaktır. Ancak bu yaklaşımın çıktısı bugün Marksist şair Cegerxwîn adına yapılan kültür merkezinde Demokratik İslam Konferansları’na ses çıkarmamaktır, normalleştirmektir.

Bugün Nâzım olunmalı söyleminin çıktısı aynı zamanda Kürt halkının kurutuluş mücadelesinin sosyalizm ile bağını kurmaktır. Cegerxwîn gibi Marksist bir şairi sahipsiz bırakmamak ve geleceğe taşımaktır. Kürt ve Türk emekçilerinin kader ortaklığını örgütlemektir.

Nâzım şiire ve ulusa yaklaşımına dair düşüncelerini kendi dizeleri ile anlatarak bitirelim.

“Oranın pasaportunu taşıyorum

Kâattan değil,

Vizesi yüreğime yazılı

     Damgası vurulu yüreğime.

Orası hem gözüm

     Hem gözümün üstündeki kaş.

Oralı ilk yeni adamı yüzyılımın

bütün yurtlarımın yurttaşı Lenin Yoldaş.”

958 Mart-Haziran

Varşova-Berlin.


1 Nâzım Hikmet’in Türkiye İşçi Sınıfına Selam şiirindeki bayrak imgesi

2 Kuvâyi Milliye şiirilerinde Atatürk imgesi

3 Nâzım’ın Mustafa Suphi’ye dair kaleme aldığı şiir

4 Memleketimden İnsan Manzaraları

5 Kemal Tahir’e Mektup, Kuvâyi Milliye derlemeleri

6 Son Şiirler, Gazete Fotoğrafları Üstüne Şiir üçlmesinin ilki

7 S197 Hatıralarım/ Musa Anter Aram Yayınları 3. Baskı Mart 2013 İstanbul

8 Yeni Şiirler, Orası