Muş-Tatvan Yolunda Devlete İnanmak

“Bakma Lan Bana!”

Yere yüzükoyun yatırdığı işçilerin gözlerindeki nefretten korkan bir Özel Harekâtçının gümbürtüsü bu.

O da biliyor zira, ayağa kalktı mı o sınıf, nefreti ve öfkesi erişti mi bilince, yeni baştan kuracak dünyayı ve o dünyada yeri yok kendisinin.

Reyhanlı’da, Gezi’de, Soma’da, Ermenek’te, kadın cinayetlerinde, sokaklarda kol gezen IŞİD canilerine, hırsızlığa, yolsuzluğa sessiz kalan iradenin gücünün göstermeye gelmiş buraya. “Hepiniz göreceksiniz” diyor bir de. Herkes görecek “Türk’ün” gücünü diyor!

Sermayenin arka çıktığı gücü ve pervasızlığı “Türklükle” kamufle ederek saldıran bir canidir resmedilen.

Biliyor ama o yüzükoyun yatan işçiler. Kürt’e zulmeden devlet Türk’e de bir şey vermedi.

Biliyor o işçiler! Fındık toplamaya gittiği Karadeniz köylerinden biliyorlar. İnşaatlarında çalıştıkları İç Anadolu’nun yoksul köylerinden biliyorlar. Ege’de tatil mekânlarında çalışırken tanıştılar çünkü, İstanbul’da kopan bir inşaatın asansöründen birlikte yükseldiler güneşe! O yüzden bakıyorlar gözüne gözüne! Biliyorlar çünkü. Ne Kürt’e ne de Türk’e, insana benzemiyor höyküren adam.

 *

Daha düne kadar sokaklarda yeni bir dünyanın kıvılcımlarını gösteren yığınlar, “Hükümet İstifa” diye sloganlar atarken, penguen medyasından seyrettikleri Kürt sorununu yeni baştan sorguluyorlardı. İşte tam da böyle günlerde çıkageldi ölüm Medeni Yıldırım’ın köyüne, Lice’de. Haber servisleri “Devlete karşı gelenleri, eşkıyaları, şakileri, teröristleri” anlatacakken çıka geldi yığınlar Medeni Yıldırım ölümsüzdür diye. 

Haber servislerine değil, ayağa kalkan iradelerine inanmışlardı çünkü.

Peki, ne oldu da son günlerde televizyonlardaki ölümlere sevinç duyar oldu bu insanlık?

Daha düne kadar AKP’yi geriletmek adına oy verdikleri partinin siyasal hattında yiten insanlara “oh olsun” diyebildiler?

Kısaca değinmek gerekirse bunun ilk adımı Haziran günlerinde atıldı. Ankara sokaklarında Diyarbakır Toma ile boğuşan kalabalıklar, Diyarbakır’da yaprağın kıpırdamadığına inanmak istemiyordu ama durum tam olarak buydu. Kürt Siyasal Hareketi, Türkiye’yi yerinden oynatan bir ayaklanmada, kendi sınırlarının gücünü ve bu sınırların içindeki iradesini tescilliyordu.

Ve ikinci adım olarak HDP cenahından gelen Gezi konusundaki açıklamalar; darbeciler, AKP’nin demokrasisine tahammül etmeyenler bizlerdik, AKP’yi kurtaranlar ise onlardı.

Dün HDP’ye oy verenlerin bugün yaşananlara “oh olsun” diyecek kıvama gelmesinde kabahatin çoğu Kürdistan’daki “Haziran sessizliğindedir”.

Bugün Kürdistan’daki ağaçlar yanarken, köyler boşaltırken, pek çok bölge güvenlik bölgesi ilan edilirken sessiz kalınıyorsa vicdansızlıktan değil, vicdansızlaştırılan sürece sessiz kalınışındandır.

Emanet oy falan yok. Kimse kimseyi kandırmasın. AKP’nin geriletilmesinin teknik bir meseleye indirilişinin sonuçları var. Zira 7 Haziran seçimlerindeki emanet olan tek oy alanı AKP’den MHP’ye geçen oylardır. Al gözüm, ver gözüm oyları. HDP’ye verilen oylar emanet değil, çaresizliğin ifadesi olmuştur. Bu çaresizliği yaratan ise HDP’nin “Haziran sessizliğidir”.

“Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan

Kürdistan'da ve Muş - Tatvan yolunda bir yer kanar

Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan

Eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar”

Hani her yere yazılmıştı ya Haziran günlerinde; Turgut Uyar'ın dizeleriyiz diye. Hem Turgut Uyar’ın dizeleri olacaksın hem de Muş Tatvan yolunda devlete inanacaksın! Olacak iş değil.

Sonuç mu?

Sonuç ortada, Barış Sürecini katliamlarla da yürütebileceği konusunda rüştünü ispat eden AKP, “HDP’nin güçlü olduğu bir ülke ölümlere gebedir” dedirtmek için elinden geleni yapıyor.

Çare mi?

Çare orada duruyor. Çözüm basit. Barış tek yolla mümkün. Yüzükoyun yatan işçiler kalkacak ayağa, hesap soracak! Durduracağız hayatı ve yeni baştan kuracağız.

İşte o gün yine Haziran’da olduğu gibi devlete ve “güllerine” değil, irademize inanacağız ve ona güveneceğiz.