Kürdistan’da çok partili hayata geçiş

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt meselesinde klasikleşen tavrının ve tutumunun belirlendiği ve seyrinde yürüdüğü etap kapanalı birkaç yıl oldu.  AKP’nin yerine gerici ve Amerikancı olan II. Cumhuriyeti kurduğu 2010’lu yıllara değin, 1. Cumhuriyetinin Kürt meselesindeki belirlenimi “tedip ve tenkil” idi. Yani ceza ve terbiye esasına dayanan uygulamalar. 1924 Anayasa’sında adını bulan bu uygulama, 1925 yılında Celal Bayar’ın tabiriyle “sadece kulaktan kulağa fısıldanması gereken gizli bilgiler” olarak Şark Islahat Planı adıyla bir kimliğe kavuşuyordu.

Sonrasını biliyorsunuz zaten. Türkiye Cumhuriyetinin “Kürt filmini” , seyretmeyen ya da yaşamayan kalmadı. Şaki ile mücadele, irticai ile mücadele, kaçakçı ile mücadele, isyancı ile mücadele ve en sonunda da terörist ile mücadele adı altında yakılmadık köy, yıkılamadık ev kalmadı.

1.Cumhuriyetin inkâr ve imha siyaseti AKP ile yeni bir boyuta taşınıyordu. AKP o güne değin gelmiş geçmiş diğer hükümetlere kıyasla, Kürt kimliğini reddetmek ya da karşısına almak yerine kendisine benzetmeye çalışmaktaydı. Bunun siyasal zeminini de siyasal İslam oluşturuyordu. Milli Görüş geleneğinin milli kısmı malumdu. Lakin Kürt başlığında siyasal İslam kimi açıklıkları kapatmak için yeterli görünüyordu.

1. Cumhuriyet değersizleştirerek yok etmeye ve asimile etmeye çalışırken, 2. Cumhuriyet onore edip kendine benzetmeye çalışıyordu.

Karikatürize edecek olursak meseleyi, ilki asimile ederken ikincisi asimile ediyordu ve değişen pek de bir şey yoktu.

Meselenin Kürt Siyasi Hareketi cenahında ise durum biraz daha farklıydı.

1925 Şark Islahat Planına tepkiler gecikmedi. Meclisin Kürdistan vekillerinden arındırılması, Kürtçeye yapılan baskılar, aydınların ve devletle işbirliği yapmayan aşiretlerin göçe zorlanması tepkileri arttırdı. Sonrası malum. 1925 Kürt Ulusal İsyanı olarak tanımlanan Şeyh Sait İsyanı, Ağrı İsyanı, Dersim İsyanı ve sürecin son etabı PKK.

PKK ile derlenip toparlanan Kürt Siyasal Hareketi, tarihinin en örgütlü ve etkili dönemlerinden birini yaşıyordu.

Ancak bu sürecin seyri 2013 Newroz’u ile rota değiştirmiş oldu.  Ya da başka bir ifade ile rotanın değiştiğinin Kürt Siyasi Hareketince ilan edilişi 2013 Newroz’undaki İslam Kardeşliği ile duyuruldu.

2. Cumhuriyet döneminde Kürt Siyasi Hareketi, heybesine Siyasal İslam’ı da alarak yolunda devam edeceğini açıklamıştı. Sonrasında atılan adımları hatırlayacak olursak; Kürt İslam Konferansları, İslam Hakikatleri Araştırma çalışmalarının başlaması, Said-i Kurdî’nin siyasal bir figür olarak öne çıkarılması sürecin kendini gerçekleştirdiği örnekleri arasında akla ilk gelenler arasındadır.

Kürt Siyasi Hareketinin farklı tonlara temas etmesi var zaten hali hazırda olan farklı tonların kendini ifade etmesine de olanak sağlamış oldu. Burada özgürlükler dünyasından falan söz etmiyorum. Kürt Siyasi Hareketinin farklı kulvarlarda ilerletmeye çalıştığı siyasal mücadele, o kulvarlarda verili durumda mevcut olan siyasal öznelere meşruiyet tanımış oldu. Kürt İslamcıları ve liberalleri türedi dört bir yandan.

Anımsamakta fayda var.

Hüda-Par, Partiya Kurdistani, Partiya Azadiya Kurdistani, Tew-Ger, T-KDP, Kürt Demokratları Platformu, Azadî Hareketi bu sürecin öne çıkan öznelerinden.

Artık Kutlu Doğum buluşmaları miting halini almış ve bir öznenin oy talep ettiği etkinliklere dönüşmüştü. Komünistleri “Türkiyeli” olmakla suçlayan “Kürdistan” örgütleri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’a destek veriyordu. Kısacası dünyanın hemen hemen her yerinde olduğu gibi bu topraklarda da çok partili hayat geçiş, liberal argümanların sivrildiği, kapitalizme diz boyu entegrasyonun adı olmuştu. Türkiye’de 1946 ile başlayan süreç 2013 ile bölgede devam ediyordu. Çok partili hayat, gericilik, teslimiyet ve kapitalizmin kök salması anlamına geliyordu. Elbette Barzani çizgisinin önü açılıyordu ve diplomatik temsiliyette tekleşiyor, muhatap alınıyordu.

Bu süreç aynı zamanda AKP hükümetinin Kürt meselesinde müzakere başlıklarında kuracağı temaslar açısından BDP’nin tek bir özne olarak masaya oturmasının da önüne geçecek önlemler paketiydi. İlerleyen zamanlarda İçişleri Bakanı Beşir Atalay’da müzakere başlığında diğer özneleri ziyaret ederek bunu teyit ediyordu.

1946 ve 2013’ün birbirine benzemesinin tek ortak yönü çok partili hayata geçiş adı altında emperyalizmin bölgede kök salması değil. Her ikisinde de sosyalistlerin sesinin kısılması ya da siyasal varlıklarının manipüle edilmesi bir diğer ortak yanıydı sürecin.

Artık büyük siyaset dönemiydi. Bir yandan İslam Konferansı örgütleyip diğer yandan laik ve bilimsel eğitim için boykota destek verdiğinizi açıklayabilirdiniz. Bir yandan Charlie Hebdo’ya selam çakıp öte yandan Kobanê’de kazananın İslam olduğunu söyleyebilirdiniz böylelikle.

Hele komşu meselesi yok mu?

Yıllardır sosyalistleri Kürdistan’da dış bir unsur olarak görenler, Yunanistan’a komşu güzellemeleri yapıyorlardı mevzu bahis Syriza olunca. “Diyarbakır, Bağdat, Tahran nere, Atina nere?” diye sorarlar insana.

Tablo işçi sınıfı siyaseti açısından karanlık mı duruyor?

Komünistler tarihin en karanlık anlarında dahi aydınlığı örmesini becermiştir.

Yarın da böyle olacağına şüphe yok.