Bay Gregor’un Dönüşümü, Van Kalesi ve Keleşler

“Umutsuzluk hiç bir şeyi belirleme yeteneğine sahip değildir” der Kafka Günlükler’inde. Çünkü insanın ya da insanlığın hep umutla tarif edilmesi sadece insana yakıştığı için değil, insani olduğu içindir aynı zamanda.

Yine Kafka’nın Dönüşüm romanında bir sabah uyandığında böceğe dönüşen Gregor Samsa’nın çaresizliği ya da şaşkınlığı, tüm bunlarla birlikte yaşamının ona kattığı sıkıntıları. Her bir yanı başkalaşmış ve değişmiş, böceğe dönüşen bir insanın hala borcunu, derdini ya da ailesi ile olan gerilimini, patronunu ve işini dert ediyor olması insana ait bir şey olmasa gerek.

İnsanın onca baskıyı ve sömürüyü yok sayarak ya da görmezden gelerek hayata devam etmesi mümkün müdür?

Ben umutsuzluğa kapılan kişinin ya da yaşamını umutsuzluğun belirlediği birinin insanlıktan çıkacağına eminim. Bu konuda yeteri kadar örnek mevcut geçmişte… Albert Camus‘nun “İnsanlar aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer” sözü ya da zaten onurunu ve insanlığını zalimlere teslim etmiş bir insanın onursuzluğu.

Neye sığınır insan?

Neye yaslanır ayakta ve hayatta kalabilmek adına?

Eski zamanlarda insanlar zalimlerden ve zulümden kaçmak adına dağlara sığınır kayalara yaslanırmış. İnsanlar dağlarda, doğada bir başına kalsalar da koyaklarda ve uçurumlarda zalimlerin ulaşamayacakları yerlerde yeni yaşamlar kurarlarmış. Ya da o zirvelere kurdukları kaleler ile sığındıkları yeri tüm insanlığın sığınağına çevirirlermiş.

Van Kalesi de bunlardan birisi. İnsanlar zaman zaman zalimlerden zaman zaman da düşman ordulardan sığındıkları Van kalesinde umudu örmüşler.

Peki ya bugün? Bugün zalimlerin ulaşamadığı bir toprak parçası kaldı mı yeryüzünde? Zalimlerin sömürmediği, tahrip etmediği bir köşe bir bucak mevcut mu?

Yatağında bir böceğe dönüşen Gregor Samsa’nın şaşkınlığında mıyız yoksa odasında böceğe dönüşmüş aile ferdine hiçbir şey yokmuş gibi davranan bir bireyin yabancılığında mı?

Yabancılaşmak ile alışmak arasında ince bir çizgi var ve mevzu bahis insani değerler olunca bu ayrım gittikçe önemsizleşiyor. Zira ölümlere, zulümlere, sömürüye, baskılara, gericiliğe, sapıklara ve tecavüzcülere yabancılaşmanın ya da alışmanın çıktığı kapı aynı yerdir.

Ankara patlamasının hemen akabinde “Alışmayacağız” kelimesinin öne çıkması bunun için kıymetlidir. Bir halkın “Tecavüzse tecavüz, ama Ensar Vakfı’nı da karalamayın” diyen Altan Tan’a “Artık Yeter!” demesi önemlidir.

Biraz da böyle değil midir zaten? Alışmadan yabancılaşmıyor insan. Ve bu fiilin sürekliliği özneyi zamanla insan olmaktan başka yere taşıyor. Artık Kafka’nın “Dönüşüm” romanındaki bir zamanlar Gregor Samsa olan böcekten ibaret kalıyorsunuz. Dertleriniz tasalarını değişmiyor ama siz değişiyorsunuz!

Van’da kitap fuarı başladı bundan iki gün önce. Önemlidir böylesi yerlerde kitap fuarları ya da “kente gelen bir film”. “Süphan’cı bir serinlik” eser Van Denizinden mevsimin Akdeniz’e kestiği bir Nisan ayıdır Mayıs’a uzanan.

“Savaşa Karşı Kitapla Barış” sloganı öne çıktı bu seneki temada.

Ve savaşa karşı kitapla barışmak şöyle dursun, kitaplara düşmanlık duyan, çocukların adını tacile anan, sömürüyü ve zulmü günlük hayatın bir parçası kılan iktidar insanları bir sabah uyandıklarında yataklarında böceğe dönüşmüş olarak bulmayı yeğliyor anlaşılan.

Van kitap fuarını dün polisler bastı. Ve kimi “yasaklı” kitapları toplayarak barışın kitabı ya da savaşın silahı arasında bir tercih yaptılar. Onlara kalsa bu tür kitapları bir meydanda toplayıp yakmalı belki de.

Yapmadıkları şey de değil hani; Almanya Berlin’de Hitler dönemi kitap yakma “ayinleri” için zihin yormaya gerek yok daha yakın dönemde Kırşehir’de Gül Kitapevini yakanlara el sallayan valilere rast gelmiştik.

Ellerinde uzun namlulu silahlar ile sözüm ona kitapları inceleyen bir görüntü çıktı ortaya Van’da. Tarihin en ilginç karelerinden birine şahit olduk.

Van’da bir resim sergisi olsa ve ola ki Van Gogh çıkıp gelse, “tutup kulağından” içeri tıkacaklar anlaşılan. Ne öyle renk cümbüşü ve sarı, kırmızı, yeşil, mavi renkler falan? Tahammül edilesi değil karanlığın kölesi olanlar için.

Elinde uzun namlulu silahlar, çocukların kitaplarla haşır neşir olduğu birde, yüreği kötü, aklı bulanık, iktidar uşağı “insanlar” Kafka’nın fotoğrafı önünde poz verdiler. Kameralara falan değil, umuda, ve insanlığa karşı yaptılar bunu. Boy gösterdiler mermileriyle tehdit ettikleri yazarların kitapları önünde.

Şimdi umutsuzluktan mı belirlenmemizi istiyorlar?

Şaka olsa gerek. Bu mantıkla, yaklaşımla, düzenle, uşağıyla kavga edilir yalnızca.

Ama nasıl?

Yalnızca uzun namlulu silahlarıyla ayakta durabilen “tarla korkuluklarına” inat Kafka ile başladık Kafka ile bitirelim:

“Beyinlerimiz savaşsın isterdim ama görüyorum ki siz silahsızsınız bayım”