Umutla umutsuzluk arasında

Pazar günü yapılan seçimlerden sonra ortaya çıkan en büyük tehlike geniş bir kesimin memleketle bağının kopmasıdır. Türkiye’de genel olarak ilerici diye nitelendirilebilecek bir toplam kendi ülkesine yabancılaşıyor.

Yabancılaşıyor çünkü gereğinden fazla uzun süren AKP iktidarı bu kesimin gözünde AKP ile bu ülkenin özdeşleşmesini sağlamış durumda. İnsanların yabancılaştığı ülke değil AKP Türkiyesi aslında. Ama onlar bunun adını koyamıyor.

Adını koyamayınca verilen tepkiler de farklı oluyor. Yılgınlığa, karamsarlığa kapılanlar; etrafındaki her şeyden nefret edip hayata küsenler; tüm bunları arkasında bırakarak kaçıp gitmek isteyenler...

Onları yıldıran AKP, karamsarlıkları ise Türkiye gericiliğine dair. Sevmedikleri hemen yanı başlarında duran ve kendileri gibi düşünen arkadaşları değil. Kaçıp gitmek istedikleri ülke aslında yalnızca AKP’lilerin yaşadığı hayali bir ülke.

Onlar kendi yarattıkları bir kâbustan kaçıyorlar, oysa gerçek bundan farklı.

Gerçek ne mi?

Gerçek şu; memlekette bir kavga var. Bu kavgayı isteyen ilericilikle gericilik arasında, isteyen sağ ile sol arasında, isteyen iki sınıfın arasında tanımlasın. Bu tanımların hangisinin daha doğru olduğunun en azından başlangıçta bir önemi yok. Başlangıçta önemli olan bu mücadelenin varlığı...

Bu mücadeleyi göremeyen, bu mücadelenin varlığını kabul etmeyen herkes bu ülkeye yabancılaşır. Çünkü bu ülkeyi tanımlayan AKP ya da bir başkası değil, işte bu mücadeledir. Bu mücadele ne birkaç yılda bir düzenlenen seçimlerle, ne de bu seçimlerden çıkan oy sayılarıyla anlaşılabilir.

Çok boyutlu, çok ayaklı bir mücadelenin içindeyiz ve bu mücadelenin sonucunu basitçe kafa sayıları belirlemeyecek.

Bugün acil görevimiz bu mücadelenin varlığını ve boyutlarını insanlara anlatmak olmalı. Türkiye’nin bu mücadele olmaksızın anlaşılamayacağını, bugün Türkiye’nin bu mücadeleyle eşitlendiğini...

Biz buradayız ve mücadele ediyoruz demek bunun için yeterli değil.

Bu kavganın bir parçası olmayan, bu kavgayla bir şekilde ilişki kurmayan ya da duygudaşlık geliştirmeyen insanın memleket ve hatta hayatla bir ilişki geliştirmesinin olanağı kalmadı artık. Uzun, gerçekten çok uzun süren AKP iktidarının biraz daha süreceğinin netleşmesi Türkiye’yi ve Türkiyelileri bu noktaya getirdi.

Bu bir varlık yokluk kavgası, işte bu nedenle umutla umutsuzluk arasında ya da mücadelenin içi ve dışı arasında sanıldığı kadar çok mesafe yok.

Bu kavga herkesin kavgası ve bizim görevimiz insanları bu mücadeleye çağırmak değil, bu mücadeleyi insanlara götürmek. İşyerlerine, mahallelere, okullara, nerede varlarsa oraya...

Yalnız, kırgın ve yenik hissediyor, seçimlerde oy vererek görevlerini yaptıklarını ve oy verdikleri partiler yenildikleri için kendilerinin de yenildiğini düşünüyorlar.

Oysa onları temsil ettiğini iddia eden başka bir parti var. Üstelik bu parti mücadelenin sürdüğünü, aydınlık bir geleceğe inandığını ve bu geleceğe uzanan gerçekçi bir yolun var olduğunu söylüyor.

Bu ülkenin aydınlık yüzünü komünistler temsil ediyor. Karanlıktan kaçan, karanlıkla derdi olan, karanlıktan nefret eden herkese bu aydınlığı götüreceğiz. Umut ve inançla...

 

NOT: Haftalık siyasi dergi Boyun Eğme'nin 6. sayısında yayınlanmıştır