Türkiye'nin yakın tarihi köpekleşmenin tarihidir

Türkiye'nin yakın tarihini emperyalizm kavramını kullanmaksızın anlayamazsınız. Bu herkesin birbirini durmaksızın Amerikancılıkla suçladığı bir ülkede garip bir uyarı olarak algılanabilir. Ama herkesin birbirini Amerikancılıkla suçlarken yine herkesin kurtuluşu ABD'den beklediği bir ülke burası.

AKP'nin ve İslamcılığın bir ABD projesi olduğunu söyleyip ABD'ye lanet okuyanlar, ABD'li bir savcının ya da Beyaz Saray'ın Erdoğan'ın işini bitirmesini beklerken bir analiz yapmıyor, umutlarını oraya bağlıyorlar. Gönülden istiyorlar bunu...

Tüm hesaplarını Yeni Osmanlıcılık vesilesiyle Ortadoğu'da emperyalizmin mümessili olmak üzerine yapanlar projenin çöküşünün ardından ABD'ye kızarken ortada kalmaya sinirleniyorlar aslında. ABD'nin kendilerini değil Kürtleri tercih ediyor olmasını kabul edemiyorlar. Müttefik ABD'den beklentilerini ifade etmekten hiç bıkmıyorlar ve en ufak bir işarette hizmet için en öne atılacaklarını saklamıyorlar.

Solla içli dışlı olmanın gerektirdiği asgari kavramsal düzeyi söylemine yediren Kürt hareketi, zaman zaman emperyalizm sözcüğünü bile kullansa, bölgedeki esas muhatabın ABD olduğunu açıklıkla ifade etmekten çekinmiyor, kendi tarif ettiği şekliyle çözümün anahtarını nerede gördüğünü her fırsatta belli ediyor. Düzenden kopamayan, Türkiye'nin düzeninin yapısal özelliğinden de kopamıyor.

Her şeylerini ama gerçekten her şeylerini ABD'ye borçlu olan ve birbirlerinden ne kadar nefret ediyor görünseler de bu bağlamda kardeş sayılmaları gereken Türk milliyetçiliği ve liberalizmini de  ilave ettiğinizde tablo tamamlanıyor.

Tüm taraflar ABD'yi bir sorun kaynağı olarak tanımlarken aynı zamanda tarif ettikleri sorunun çözümünün de ABD'den geleceğini düşünüyorlar.

Türkiye'nin düzeninin karakterini tarif eden önemli bir özellik, ülkenin genetiğine işlenmiş yapısal bir sorun bu. Türkiye'de emperyalizm ve dolayısıyla bağımlılık içsel bir mesele, memleketin her dokusunda varolan bir hastalık artık.

Üstelik bu olgu öylesine içselleşmiş ki, AKP iktidarında gördüğümüz gibi, uygun koşullarda emperyal bir vizyonla bölgeye dair iddialar biçiminde kendisini yeniden üretebiliyor; AKP Türkiyesi emperyalizmin basit ve bağımlı bir aracından, ABD'nin bölgedeki aklı ve ortağı olmaya terfi etmeye çalışırken içeriyi ve dışarıyı kana bulamaktan, sayısız suç işlemekten çekinmiyor. Bağımlılık o denli derin, düzenin yapısındaki Amerikancı öz o kadar etkili ki, AKP, ilk fırsatta tüm riskleri alarak uluslararası hiyerarşide yukarı doğru tırmanmak için ülkeyi seferber ederken zorlanmıyor.

Köpekleşmenin tarihini yazarken tüm hücreleriyle çürüyen Türkiye sergilediği tavırla yalnızca bölgede değil tüm dünyada halkların başlıca düşmanlarından birisi haline geliyor ve ülkeyi bağımlılıktan kaynaklı emperyal hayallerle bir felakete götüren AKP iktidarı karşısında aynı tarihin bir parçası ve benzer hastalıktan muzdarip bir düzen muhalefeti buluyor.

Solundan kaçarken içine düştüğü dipsiz kuyuda memleket böyle çırpınıyor. Batı emperyalizminden bağımsız, gözünü Batılı başkentlere dikmeyen bir tane çözüm senaryosu üretilmiyor. İstisnasız olarak tüm düzen oraya bakıyor, oradan feyz alıyor. 

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tepeden tırnağa komünizme karşı yapılandırılmaya izin veren ülkenin kaçınılmaz sonu bu işte. Böyle bir ülkede bağımlılığı ve içsel bir olgu olarak düzenin özü haline gelmiş emperyalizmi tasfiye etmenin tek yolu olabilir artık: Bütün bir yapıyı ve düzeni yeniden kurmanız, bunun için de önce o yapıyı ve düzeni yıkmanız gerekir. Zamanımızın düşünsel açıdan en büyük günahını, tüm sözlüklerden ve tartışmalardan silinmesi istenen yasaklı sözcüğü anmanın tam vaktidir: Bunun adı devrimdir...