Türkiye bir yol ayrımında

23 Haziran'da yapılacak İstanbul seçimleri Türkiye siyasetine ve geleceğe dair önemli işaretler verecek. Ama bu seçim sürecinin ve elde edilecek sonucun bütün belirsizlikleri ortadan kaldıracağını düşünmek yanlış. Türkiye'de belirsizlikler sürecek. Çünkü böyle bir dünyada tersi mümkün değil.

Neler oluyor dünyada peki?

Bir önem sıralaması yapmadan yalnızca kısa bir iki günlük gazete taramasından çıkan başlıklar şunlar: En açık şekilde kendisini ABD-Çin arasındaki çekişmede gösteren sistem içi rekabet... Faşizm, ırkçılık veya dinsel hareket şeklinde gözlenebilen gericiliğin tüm dünyada yükselişi... Hem ülkeler arasında hem de her bir ülkenin içinde artan gelir dağılımı bozuklukları... Sürdürülemez hale gelen ekolojik sorunlar... Bu örnekler arttırılabilir elbette. Ama tüm bu sorunları ve burada sayılmayan diğerlerini bağlantılı üç başlıkta ele almak mümkün görünüyor.

Birincisi, dünyadaki sistem iktisadi olarak tıkanmış durumda. Gelir dağılımı bozuluyor, servetlerin hızla artışına karşın yoksulluk çözülemez bir sorun olarak ortada duruyor, ticaret savaşları çıkıyor, ekonomik birlikler uzun vadede sürdürülemiyor.

İkincisi, ideolojik olarak sistem yeni bir umut dalgası üretemiyor. İnsanları geleceğe dair heyecanlandıran bir fikir veya fikirler kümesi mevcut değil. İktisadi bir çöküşün yaşandığı koşullarda umutsuzlukla birlikte gericilik de yükseliyor. 

Üçüncüsü, dünyadaki sistem siyasi açıdan da yolun sonuna gelmiş durumda. Uluslararası işleyişin yeni bir dengeye ulaşması için savaş bir seçenek olarak sürekli kendisini dayatıyor, ittifak yapıları çatırdıyor, belirsizlik artıyor.

Bu üç başlığı da birbirine bağlayan en önemli unsur ise bu durum ve yönelimlerin kişisel kararlarla değil bu düzenin genel işleyişi ile ilgili olması. İktisadi tıkanma birtakım bürokratların eğilimlerinden veya siyasi belirsizlik Trump ya da benzerlerinin delilik ve kişisel kaprislerinden kaynaklanmıyor. Sorun kişi ve kurumlardan çok daha büyük olduğu için bu üç başlıkta eşzamanlı ve birbirini etkileyen bir krizden söz ediyoruz.

Bu üçlü tıkanma tek tek ülkelerde de, ülkelerin kendi ekonomik, ideolojik ve siyasi dengelerine bağlı olarak sürekli yeni krizleri tetikliyor. Örneğin, ekonomik olarak piramidin tepesinde duran ülkeler de bu tıkanmadan etkileniyor ama Türkiye gibi ülkelerle aynı ölçüde sarsıntı geçirmiyorlar. Ya da siyasi kriz ABD'de farklı, Avrupa ölçeğinde farklı, Türkiye'de farklı seyrediyor. Ama krizden etkilenmeyen bir coğrafya görülmüyor.

Şimdi böylesi koşullarda Türkiye'deki belirsizliklerin İstanbul seçimlerinden sonra çözüleceğini düşünmek elbette yanlış. Ancak, Türkiye'nin bir yol ayrımında olduğunu söylemekse doğru...

Türkiye dünyada yaşanan gelişmelerin belirlediği bir ortamda üç başlıkta bir karar vermek zorunda ve hayat durmadığı için bu kararları net bir şekilde alamasa da bazı eğilimler doğrultusunda yol alıyor.

Birincisi, Türkiye tıkanmış bir birikim modeli nedeniyle girdiği iktisadi krizden çıkış için yeni bir model benimsemek zorunda. Dünyadaki koşulların hiç yardımcı olmadığı Türkiye'nin belirginleşen ilk eğilimi ise görece yüksek nitelikli bir işgücünü dünyadan daha ucuza satmak, Türkiye'yi ucuz ama nitelikli bir emek gücü pazarı haline getirmek... Bu eğilim doğrultusunda ilerleyen bir ülkede çok geniş kesimleri oldukça karanlık bir tablo bekliyor.

İkincisi, Türkiye'de düzen ideolojik olarak toplumsal kutuplaşmayı yumuşatmanın bir yolunu bulmakla yükümlü ama işin ilginç yanı bu kutuplaşmalar ülkede artık fikirler tabanında değil kişiler veya olaylar özelinde yaşanıyor. Bu da aslında bir eğilim göstergesi. Örneğin dinselleşme gibi başlıklarda bu ülke çok yol aldı ve geniş kitleler bunu kabul eder hale geldi. Aynı insanların pek çoğu Erdoğan'a dinselleşmenin bir sembolü olduğu için değil, Erdoğan olduğu için tepki duyuyorlar. Ama fikirlerin öneminin azalması ve aynı örnekle devam edilirse dinselleşmenin büyük çoğunluk tarafından kabul görmesi sorunları çözmüyor. Türkiye'de düzen kendisi için anlatılacak bir hikaye, peşinden koşulacak ve kitleleri bir ölçüde birleştirecek bir hedef aramaya devam ediyor.

Üçüncüsü, Türkiye'nin dünyadaki yerine dair belirsizliğin de çözülmesi gerekiyor. Türkiye'deki düzenin bu konuda da bir eğilimi var. Eskisi gibi içine kapanmayacak ve kendi sınırları içinde kalmayacak bir ülke artık burası. İlk iki başlıktaki sorunlarını halletmeyen bir ülkenin böylesi hedeflerle ilerlemesinin zorlukları var elbette. Fakat bu başlıktaki bir atağın diğer başlıklarda bir tür rahatlamanın önünü açma ihtimali hep vardı ve son yirmi yıldır da iktisadi olarak Türkiye'nin önünü açacak ve içeride herkesi birleştirecek bir dış politika atağı için uğraşıldı. Yine bu son yirmi yıl bunun hiç ama hiç kolay olmadığını, bu tür adımların Suriye örneğinde görüldüğü gibi hızla bir kriz başlığına dönüşeceğini de gösterdi.

Bu belirsizlik ortamında birtakım eğilimler belirginleşirken Türkiye'de düzenin dışında, bu düzene bir alternatif yaratmaya çalışan bir siyasi hareketin de çizgisine dair ipuçlarını ortaya koymak mümkün.

İktisadi açıdan her koşulda hiçbir istisna gözetmeden emeğin yanında duran, kişi ve olaylar hakkında siyaset yaparken dahi esas olarak fikirlerin önemini gözeten, bağımsız bir Türkiye'nin kurulmasını hedeflerken dünya düzeni içinde hiçbir kutbun tarafını tutmayan ve bu ülkenin insanlarının kendi çabalarıyla kurtuluş yolunu bulacağını düşünen bir siyasi hat bu...