Türk ve Kürtleri bölmeden özgürleşemeyeceğiz

Müzakere ile savaşı birlikte götürmeye çalışan Kürt ulusal hareketinden farklı siyasi mesajlar gelmesi bu sürecin doğal sonucu olarak görülebilir. Bir arada yaşamanın koşulları üzerinde pazarlık yapan bir çizginin, ayrılığı masaya koymadan bu pazarlığı sürdürmesi imkansızdır. Bu nedenle, Kürt hareketi için ayrılıkçı ya da birlikçi nitelemesini kullanmanın bir noktadan sonra anlamı yok. Bu hareket aynı zamanda her ikisi de çünkü...

Üstelik, birlikçilikleri samimi bulunmasa dahi nesnel olarak bu böyle. Bu süreçte ABD'yi veya başka güçleri masada meşru bir taraf olarak gördüğünü her fırsatta dile getiren bir hareketin, yalnızca bir arada yaşamanın değil ayrılığın uluslararası güç dengeleri bağlamında objektif koşulları üzerinde de akıl yürütmesi gerekir. Dahası, dört ayrı ülkeye dağılmış durumda yaşayan bir ulusun, bu ülkelerden nüfusça en kalabalık olarak bulunduğu Türkiye içinde de büyük metropollere yayılmış bir şekilde dağınık olması gerçeği ayrılığın koşulları hakkında bir fikir verebilir.

Gerçekten kolay değil. Nesnellik, siyasi tercihler ne olursa olsun, hareketi birlikçiliğe zorlayabilir. Tıpkı ayrılıkçılığa zorlayabileceği gibi.

Kürt hareketi için ayrılık seçeneği masada duruyor ve bu zaman zaman açıkça ifade ediliyor. Bu talep ifade edildiğinde de kurulması planlanan Kürdistan'ın niteliği hakkında sorular yöneltmek meşru hale geliyor.

Kürtler bir ülke kuracak tamam da, kuracakları ülke nasıl bir ülke olacak? Kimlerin ülkesi sorusuna verilen Kürtlerin ülkesi yanıtı, ya da nasıl bir ülke sorusuna verilecek demokratik bir ülke cevabı yeterli mi? Kürt ulusu sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle olarak görülüyorsa evet yeterli. Peki ama öyle mi?

Ulusal hareket, doğası gereği bu ülkede yaşayan tüm Kürtlerin ortak çıkarları olduğu varsayımından hareket ediyor. Ulusal kimlikleri yok sayılan, bu kimliklerinden dolayı ezilen ve baskı gören Kürtler için ulusal temelde böylesi bir ortak çıkar tanımlanabileceği iddiası, Kürt ulusunun içinde varolan farklı sınıfların çelişen çıkarlarının bir süreliğine yok sayılabileceği kabulüne dayanır. Zaman ve tarih durdurulur ve o kesitte örneğin Kürt patronuyla, Kürt emekçisinin veya yoksul köylüsünün bu ulusal baskıya aynı koşullarda maruz kaldığı varsayılır. Sonuç, Kürt işçileri ve yoksullarının haklarının, Kürt patronlarının çıkarları lehine dondurulması veya ertelenmesidir.

Kürt kimliğinin tanınacağı ve bu anlamda Kürtlerin özgürleşeceği ama Kürt emekçilerinin bu özgürlük içinde derin eşitsizliklere maruz kalmaya devam edeceği bir ülke, bir başlangıç ya da en azından bugünkünden daha iyi bir seçenek olarak görülebilir mi? Görülebilirdi tabii, şayet başka bir seçenek varolmasaydı...

Daha büyük bir çoğunluğun haklarını savunacak bir seçenek, Kürt patronlarının haklarının emekçilerin çıkarları doğrultusunda yok sayılması mümkünken, Kürt halkı neden daha azına razı olsun? Şayet mesele Kürtlerin özgürleşmesiyse, niye daha büyük bir kitlenin özgürleşebileceği ihtimalini görmezden geliyoruz?

Sınıfların varlığından yola çıkan yaklaşım hiçbir zaman ulusal kimlikleri yok saymaz. Tam tersine, bu kimliklerin özgürce yaşanması için sınıfsal bir tercihte bulunur ve sömürülen çoğunluktan yana tavır alır. Ulusal hareket kimliğin tanınması için birleştirmeye çalışırken, sınıfsal bakış açısı adlı adınca ulusu bölmeyi hedefler. Kürtlerin özgürce yaşamaları için, Kürtlerin patron ve emekçi şeklinde sınıflara bölünmesi şarttır.

Dahası bu bölünme işlemi Türkleri de kapsamak zorunda olduğu için, Türkler ve Kürtler aynı anda özgürleşecek ve ulusların aynı şekilde bölündüğü koşullarda Türklerin ve Kürtlerin bir arada yaşamasının da yolu açılacaktır.