Türk Telekom: Zam, yağma ve daha ötesi

Türk Telekom son günlerde iki ayrı hususla gündeme geliyor. Birincisi, internet kullanım ücretlerindeki fahiş zam. İkincisi ise Telekom'a zamanında borç vermiş bankaların ödenememiş bu borçların karşılığında şirketin çoğunluk hisselerini devralması.

İki gelişme de birbiriyle yakından bağlantılı ve Türkiye'nin iletişim tekelini bugüne getiren sürecin sonuçları. Tüm bu sürece bütünsel bir şekilde bakılmadığı zaman her iki konuda da hata yapmak kaçınılmaz.

Her şeyden önce iletişim sektörü yapısı ve ölçeği itibariyle tüm dünyada tekellerin hakimiyetindeki bir alan. İletişim altyapısı kurmak çok büyük yatırımlar gerektirdiği için dünyanın her ülkesinde hem mobil hem de sabit altyapı sağlayıcılarının sayısı son derece az.

Türkiye'de iletişim alanında faaliyet gösteren tüm şirketler kısmen ya da büyük ölçüde Telekom'un altyapısından yararlanıyorlar. Bu altyapıdan bağımsızlaşmak için son yıllarda geniş ölçekli yatırımlar yapan Turkcell ve Vodafone gibi şirketler dahi, Telekom altyapısından tamamen çıkmış değiller. Ama çıkmış olsalar dahi sektörün dinamikleri değişmeyecek. Bugün internet için mobil veya sabit altyapı sağlayan üç büyük şirket kendi çıkarları doğrultusunda sektörü nasıl kontrol ediyorsa, o gün de yine öyle olacak.

Şirketlerin arasındaki rekabetin tüketicilerin çıkarına işlediği iddiası en bayat liberal masallardan bir tanesi. Patronların hakimiyetindeki dünyada öyle bir rekabet yok. Böylesi koşullarda internet kullanım ücretlerinin artmasına insanların isyanı bir yanıyla elbette anlamlı, ama öte yandan bütün ipleri elinde tutan birkaç şirkete dönük bu yaklaşım yalnızca zammı veya fiyatı konu alan bir çıkıştan ibaret kaldığı sürece bir çaresizlik göstergesi...

Sektörün yapısını konuşmadan sonuçlarla ilgilenme alışkanlığı son bir yıl içinde Telekom'un başına gelenlerle ilgili yapılan yorumlarda da gözleniyor. Türk Telekom'un özelleştirilmesi yanlış bir örnek olarak anlatılıyor. Telekom'da yaşanan büyük talanın genel olarak bu düzenin işleyişi ve piyasanın doğasıyla ilişkisi görmezden geliniyor. Sorun piyasanın bizzat kendisi olarak saptanmadığı için de Telekom'un özelleştirilmesinin kötü, mesela Koç'un yönetiminde kârlılığını sürdüren Tüpraş'ın özelleştirilmesinin iyi bir örnek olduğuna inanmamız isteniyor.

Oysa istisnasız her özelleştirme bir talan ve kaynak transferidir ve özelleştirmeyle kamunun yıllar içinde biriktirdiklerinin sermayeye peşkeş çekilmesi hangi koşulda gerçekleşirse gerçekleşsin bir hırsızlıktır. Bu işlemin emekçiler açısından iyisi kötüsü olamaz...

Türk Telekom özelinde iletişim sektöründe yaşananlar bu açıdan devasa bir yağmaydı. Ancak bu sektörde yaşananlar kapitalizmin teknolojiyle sorunlu ilişkisini ve çıkışsızlığını göstermesi açısısından da önemli.

Teknolojik gelişmelerle birlikte stratejik önemi daha da artan, neredeyse ekonominin tüm alanları için vazgeçilmez bir yeri olan iletişim sektörü, kullanımdaki bu artıştan kaynaklı yatırım ihtiyacını karşılayacak bir kârlılığa sahip değil. Tüm dünyada böyle bu... Çünkü aynı teknolojik değişim bu alanda asıl parayı bu altyapıyı kullanarak servis sağlayan şirketlerin kazanmasını sağlıyor.

Dünyada Google, Amazon, Facebook, Whatsapp veya Türkiye'deki uzantıları... Aklınıza gelebilecek tüm büyük internet şirketleri kullandıkları altyapıya kazandıklarıyla orantılı ücret ödemiyorlar.

Yalnızca internet şirketleri için değil finanstan sanayiye tüm sektörlerin ihtiyaçları doğrultusunda yatırım yapılması gereken ama kârlılığı azalmış bir sektörde işlerin ilerlemesi için olağanüstü müdahaleler tüm dünyada kaçınılmaz. Sadece kullanıcı tarafındaki fiyatları artırarak çözülemeyecek bir sorun var ortada. O nedenle, şimdi arabalardan, eşyalara kadar her şeyi internete bağlamayı planlayan şirketler aslında kullanıcı ve abone sayılarını da artırarak gelirlerini yükseltmeye çalışıyorlar. Ama nesnelerin de internete bağlandığı bir dünyada dahi kârlılık altyapı işinde değil üstyapıda, uygulama ve servis sağlayan tarafta yüksek olacak ve sorunlar yine çözülmeyecek.

Kamunun ve devletlerin bu alanda daha fazla inisiyatif alması ve altyapı yatırımlarının devlet tarafından desteklenmesi ise tüm maliyetin emekçiler tarafından üstlenmesi sonucunu doğuracak.

Yalnızca kâr güdüsüyle hareket eden bir toplumsal düzenin teknolojiyi aslında insanlar için doğru, hızlı ve verimli bir şekilde geliştiremeyeceğinin somut bir ispatı var karşımızda.

Türk Telekom, kârlılığı gittikçe düşen bir sektörde artan yatırım ihtiyacını karşılayamadı ve yüklü borçları karşılığında bankalara devredildi. Bu devir, stratejik bir sektörde Türkiye sermayesinin uzun soluklu ihtiyaçlarını planlamak için bir fırsat olarak değerlendirilebilir. 

Bu koşullarda Türk Telekom daha fazla zam yapabilir. Devlet finansmanıyla yatırımlar yapıp siyasi iktidarın alacağı olağanüstü önlemlerle hem sermayenin ihtiyaçlarını karşılar, hem de kârlı hale getirilebilir. Ama sonuç değişmez... Her durumda dolaylı veya doğrudan maliyeti bizler öderiz.

Telekom hakkında tartışma da ne yalnızca zam ne de kötü yönetim tartışması olabilir. Ortada bir bütün olarak yanlış işleyen bir düzen var. İletişim sektörü ve özelde Türk Telekom vakası bu yanlış işleyen düzenin somut bir sonucu sadece.