Türk istihbaratçılarının tehlikeli ilişkileri

Rus Büyükelçi Karlov'un suikasta kurban gitmesinden sonra ortaya güvenlik ve istihbaratla ilgili pek çok soru ve iddia atıldı. Türkiye'nin problemlerinin güvenlik başlığı altına sıkıştırılamayacağı, Türkiye'nin güvenlikten yola çıkılarak anlaşılamayacak daha kapsamlı sorunlarının güvenlik zafiyetlerine yol açtığı ortada.

İstihbaratla ilgili soruların ise Türk istihbarat kurumlarının son yıllardaki faaliyetleri düşünüldüğünde oldukça tehlikeli yanıtları var. Çünkü Türk istihbaratçılarının kurduğu tehlikeli ilişkiler herkesin dilinde...

AKP'nin iktidara gelmesinden bir süre sonra, Türkiye'nin farklı kurumlarına bağlı istihbarat örgütleri, AKP iktidarının iddialı bir dış politika pratiği sergilemesiyle uyumlu bir biçimde bir dönüşüm geçirdi ve yeniden yapılandırıldı. İstihbaratçıların rolü öylesine arttı ki, bu döneme operasyonel lider olarak damgasını vuran Hakan Fidan, Türkiye'nin devlet geleneğinde rastlanmamış bir şekilde, uzunca bir süre Erdoğan'ın sağ kolu olarak görüldü. Türkiye siyasi tarihinde istihbaratçıların etkisiz olduğu söylenemezdi, ancak bir istihbaratçının ikinci adamlık yapmasına tanık olunmamıştı. AKP artan bölgesel iddialarının operasyonel ihtiyaçlarını genişleyen ve etkisini artırdığı iddia edilen bir istihbaratçı ağıyla kapatmaya çalışıyordu. Yine aynı iddiaya göre bu dönemin Türk casusları eski pısırık alışkanlıkları üzerinden atmış Erdoğan'a yakışır cengaverlerdi. Karakteristik figür ve Türk istihbaratının lideri olarak görülen Hakan Fidan hakkında üretilen efsanelerin ucu bucağı yoktu.

Dış politikada büyük oynayan AKP nasıl büyük kaybettiyse, AKP'yle uyumlu bir operasyonel alanda faaliyet yürüten Türk istihbarat teşkilatları da aynı şekilde büyük kaybettiler.

Fidan'a ilk uyarı NATO dışına bilgi sızdırdığı iddiası üzerine ABD'den gelmişti. Fidan bu uyarıyı pek ciddiye almayınca birkaç kere cemaat operasyonlarıyla topun ağzına geldi ama her fırsatta yırtmayı başardı. Ama Hakan Fidan kişisel olarak en büyük darbeyi 15 Temmuz girişimi sırasında takındığı veya takınamadığı tutum nedeniyle yine Gülen cemaati vesilesiyle yiyecekti.

Türk istihbarat ağının son dönemdeki maceraları tıpkı Fidan'ınki gibi pek mutlu sonla bitmiyor.

Daha geçen hafta tetikçi olduğu ve Avrupa'da yaşayan Kürt siyasetçilere suikast düzenleyeceği iddialarıyla bir televizyon muhabiri Almanya'da tutuklandı. Tuhaf bir tesadüf olsa gerek, istihbarat bağlantılı olduğu söylenen, ama üç yıl boyunca bir türlü mahkemeye çıkmadığı için bu bağlantının üzerine bir türlü gidilmeyen Ömer Güney de aynı günlerde hapishanede sırlarıyla birlikte hayatını kaybedecekti. Beynindeki tümör nedeniyle öldüğü bildirilen Güney, aralarında PKK kurucularından Sakine Cansız'ın da olduğu üç Kürt kadın siyasetçinin Paris'te öldürülmesinden sorumlu tutuluyordu ve bu olaydan dolayı tutuklu bulunan tek sanıktı. Almanya belli ki benzer olayların yaşanmasına müsaade etmeye niyetli değildi. Hele de böyle bir dönemde...

Hollanda'da Türk din adamlarının istihbarata çalıştıklarının ortaya çıkması, AKP'nin bu alanda gerçekten uğraştığının bir göstergesiydi. Ama bir din adamının sınır dışı edilmesiyle başlayan süreç tıpkı Almanya'da olduğu gibi Avrupa'nın diğer ülkelerinin de artık bu faaliyetlere göz yummayacağının ispatıydı. Avrupa'yla bir gerilim yaşanacak, AKP'nin yıldızı Batıda artık eskisi gibi parlamayacak ama bu durum istihbarat alanına yansımayacak... Bu elbette mümkün değildi.

Türk istihbaratçılarının yeni oyun sahalarından bir tanesi de Suriye başta olmak üzere Ortadoğu'ydu. Ancak Ortadoğu macerası da Avrupa'dakinden farklı ilerlemedi.

Karlov suikastıyla gündeme gelen iddialar ise bu serüvenin çok daha acıklı, sözcüğün gerçek anlamıyla bir felaketle bitebileceğinin işareti.

Suikastın El Nusra'nın üzerinde kalıp kalmayacağının bir noktadan sonra gerçekten önemi yok. AKP ve Türk istihbaratıyla yakın olduğu herkesçe bilinen bir örgütün beyan ettiğine de etmediğine de kimse inanmaz bu saatten sonra.

Kısa bir süre önce bizzat Rus makamları tarafından Birleşmiş Milletler'e götürülen dosyalarda, Türk istihbaratçıların Türkmen çeteleriyle birlikte El Nusra'ya kamyonla silah ve malzeme taşıdığı iddiaları vardı. Şimdi, aynı ülkenin, Rusya'nın büyükelçisinin, El Nusra tarafından öldürüldüğü söyleniyor.

İşin kötüsü, AKP bir zamanlar öyle büyük oynuyordu ki, 2015 yılında Batı basını, koalisyon güçleri tarafından eğitilen Suriyeli “muhaliflerin” ülkeye girer girmez El Nusra tarafından kaçırılmasının Türk istihbaratı tarafından cihatçı örgüte verilen bilgiyle mümkün olduğu iddialarıyla çalkalanıyordu. Pek çok ciddi gazetecinin dillendirdiği bu iddia doğruysa, AKP, El Nusra için ABD'ye kazık atmayı bile göze almıştı.

Suriye'de yaşanan felaketin başlangıç noktalarından görülen Sarin gazı saldırısının dahi yine Türk istihbaratının devreye girmesiyle El Nusra tarafından yapıldığının zaman zaman hâlâ gündeme geldiği de hatırlanmalı.

Dahası da var elbette... Sınırın Türkiye tarafında El Nusra'ya başka cihatçı örgütlerle birlikte verilen hastane hizmeti, lojistik destek. Antep'te, Hatay'da bu işler için kurulan tesisler... Yurtdışındaki yayınlara Türkiye'den gelen desteği anlatan Nusralı komutanlar...

El Nusra'yla ilişkinin hangi boyutlara vardığını açıkça gösteren belgeler ise Reyhanlı'daki bombalı saldırıdan sonra deşifre olan istihbarat belgeleriydi, hiç şüphesiz. El Nusra, yalnızca Suriye'de değil, Türkiye'deki operasyonlarda da kullanılmış ya da yönlendirilmişti.

Türk istihbaratçılarıyla bu kadar yakın çalışmış bir örgütün Türkiye güvenlik güçlerinin içine nasıl sızdığını sormak saçma değil mi? Bu denli iç içe geçmiş yapılarla ilgili konuşurken istihbarat zaaflarından söz etmek gerçekten manasız duruyor.

Ortada sızıntı falan yok. Başta Erdoğan olmak üzere tüm AKP'lilerin suikastla ilgili her El Nusra dendiğinde panik içinde hareket etmeleri de hiç şaşırtıcı değil bu nedenle.

Gelinen noktada suikastın El Nusra tarafından düzenlenmesinin de, Moskova'da Türkiye'nin El Nusra'nın bir terör örgütü olduğunun altını çizmesinin de bir önemi yok artık.

Tıpkı AKP'nin dış politikada duvara çarpıp kapattığı bir dönem gibi, AKP'li istihbaratçıların da bir dönemi sona eriyor. Bu dönem sona ererken asıl soru kurulan tehlikeli ilişkilerin, yapılan tüm bu işlerin bedelini kimlerin nasıl ödeyeceği...