Referandumda Hayır

12 Eylül günü, 12 Eylül Anayasasında yapılacak değişiklikler halk onayına sunuluyor ve bizim sol olarak bu değişikliklere “evet” dememiz mi bekleniyor? Bu işte bir gariplik var.

Demek ki insanlar daha bu referandumda neyin oylanacağını, “evet” diyeceklerin neye “evet” diyeceklerini kavrayamamışlar.
12 Eylül günü neye evet denecek?

Her şeyden önce 12 Eylül Anayasası’nın bir versiyonuna evet denecek. Bu metnin ismi 12 Eylül Anayasası’nın AKP versiyonudur. Bugün Türkiye’de daha kötü bir bileşim düşünülemez herhalde. Üstelik 12 Eylül Anayasasının AKP tarafından yeniden yazımı, 12 Eylül’ün ruhuyla da kesinlikle uyumludur. AKP, her şeyiyle, siyasi, ideolojik ve ekonomik çizgisiyle askeri darbenin çocuğudur. 12 Eylül Anayasasını 2010 yılında birisi değiştirecekse, bunu bu Anayasanın ruhunu en iyi anlayan, doğrudan o Anayasanın çocuğu olan parti yapmalıdır.

İşte bu nedenle değişen maddeler 12 Eylül Anayasasının özüne dair bir değişiklik getirmiyor. Durup durup önümüze çıkarılan, darbecilerin yargılanması maddesi bile 12 Eylül ruhuna temel bir muhalefeti içermiyor. 12 Eylül Anayasası değişen maddeleriyle birlikte bir burjuva anayasası olmayı sürdürüyor. Bizim bu anayasaya dair toptan bir önerimiz var zaten: “Toplumcu Anayasa”
Elimizde böylesi bir alternatif varken, daha başka bir deyişle, anayasadan sol olarak neyi kastettiğimiz somut olarak ortadayken, sermaye diktatörlüğünün en temel yasal metnine onay vermemiz mi isteniyor? Açıkça konuşmak gerekirse, bunun hakaretten farkı yok.

Biz, “Toplumcu Anayasa”nın kendisi veya temel tezleriyle uyumlu bir başka metin önümüze gelmedikçe, tüm anayasa girişimlerine hayır diyeceğiz. Burjuvazinin teorik olarak böyle bir metni hazırlama olasılığı olmadığına göre, kendi anayasamızı halkın önüne koyacak güce kavuşana dek, bu tür metinlerle mücadele edeceğiz.

Maddelerin detayına biraz girmek dahi bu genel yaklaşımı doğruluyor zaten. AKP, Türkiye’yi dönüştürme sürecinde ilerleyeceği yolun anayasal zeminini hazırlıyor, sistem içinde oluşması muhtemel direnç noktalarını, geçmiş tecrübelerine bakarak, tasfiye ediyor.

Sermaye diktatörlüğü temel yasal metnini gelecek dönem için hazır hale getiriyor.

Tüm bunların ideolojik kılıfının 12 Eylül’le mücadele retoriğiyle hazırlanması da AKP’nin geçmiş pratiğiyle uyumlu değil mi? Derin devlete, devlet içindeki çetelere ve darbecilere karşı mücadele ediyoruz söylemiyle, kendi devlet aygıtını yaratan, derin devleti kendi istediği şekle sokan AKP’nin anayasa değişimini de 12 Eylül’e karşı mücadeleyle meşrulaştırması gayet doğal.

Aslında, bu süreci başından bu yana alkışlayanların anayasa tartışmalarında tuttukları taraf da şaşırtıcı değil. Her şey öyle uyumlu ki, hala ve ısrarla solu kendi istedikleri konuma yerleştirme çabaları bu tabloyu gayet güzel tamamlıyor.

Kendi istedikleri gibi bir “sol” yaratmaktan vazgeçmiyorlar. Bu mücadeleden vazgeçmelerini de beklemeyin.
Türkiye’yi değiştirmek için solu değiştirmek zorunludur.

Solu değişmeyen, solu solda kalan bir Türkiye’nin aydınlığa çıkmak için bir şansı hep olacaktır. Her fırsatta, atılan her adımda, solun sürecin parçası haline getirilme çabası, işte bu şansı yok etme girişimidir.

Solun 12 Eylül günü evet demesi, 12 Eylül Anayasasının AKP versiyonunu onaylaması, o devrimci ihtimalin bizzat sol tarafından yok sayılması anlamına gelir.

Türkiye’de solun şansının hiç olmadığı iddiasının sermaye partilerinin bir yalanından, solun kabul ettiği bir teze dönüşmesi işte böyle gerçekleşir. Sol kendi mezarını kazmış olur.

Referandum tartışması sol için basit bir tartışma değildir. Referandum sonuçları Türkiye siyaseti için elbette değerli veriler içerecektir, ama bu verilerden çok daha önemli olan, bu tartışmalarda solun durduğu yerdir.

Nihai olarak solun bakacağı yer, toplam hayır oylarının sayısı değil, bizim kaç kişiye derdimizi anlatabildiğimiz, kaç kişinin bizim ortaya koyduğumuz saiklerle hayır oyu kullandığıdır.