Patronlarla AKP'nin arası nasıl bozulur?

AKP'liler önce kriz diye bir şey olmadığında ısrarcıydı, şimdi ise en kötünün geride kaldığını söylüyorlar. İşin en ilginç yanı, döviz kurlarında aşırı oynaklık devam ederken bu oynamadan hareketle kriz tespiti yapılamayacağını iddia edenlerin şimdi tam tersine kurdan hareketle en kötünün geride kaldığında ısrarcı olmaları... AKP'ye göre Türkiye'de döviz yukarı giderken değil yalnızca nispeten sabit kaldığında bakılacak bir gösterge.

Tabii ki bu yaklaşımın ciddiye alınır bir tarafı yok. Öncelikle, hiçbir matematiksel formül bir yıl önce 3,8 TL civarında gezinen doların bugün 5,5 TL olmasına sevinmeyi açıklayamaz. İsteyen istediği gibi çarpar böler ama Türkiye'nin parasının dolar karşısındaki büyük değer kaybını gizleyemez.

Üstelik daha önemlisi, döviz kuru ekonomi için yalnızca bir gösterge. Türkiye ekonomisinin tek sorununun döviz kuru olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı. Kurdaki problemler Türkiye'nin yapısal sorunlarının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Türkiye'de sermaye uzun zamandır büyümeyi sürekli kılmakta zorlanıyor. Bu tıkanma AKP dönemine özgü bir tıkanma da değil. AKP, 2000'li yıllara gelmeden yaşanmaya başlayan büyük tıkanmayı aşmak üzere, krizi çözmek üzere iktidara gelmişti. Ama bu toplumsal düzene has genel kural AKP için de işledi ve krizi çözmek için kullanılan araç ve yöntemin kendisi bir süre sonra bir kriz dinamiğine dönüştü.

Bugün Türkiye'de sermaye bir kez daha bir birikim problemiyle karşı karşıya ve bunu kalıcı olarak çözmek imkansız. Zaten hedeflenen de bu değil... Hedeflenen bu kriz vesilesiyle hem sermaye ile işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi, hem de sermayenin kendi iç yapısını yeniden düzenlemek.

Krizin ilerleyişine ve AKP'nin aldığı pozisyona bakıldığında ikincisine dair önemli veriler birikmiş durumda.

Birincisi bu krizde AKP, Türkiye sermayesinin uluslararası sermayenin asıl merkeziyle, adlı adınca Batılı merkezlerle ilişkisini koruyacağına dair garantiyi verdi. Bu garanti, ne Türkiye'nin bölgesel arayışlarıyla ne de zaman zaman kullandığı Doğu kartıyla çelişiyor. Büyüyen ve semiren Türkiyeli patronların zorunlu arayışları bunlar. Sistemin içinde yukarıya doğru ilerlemeye çalışan bir ülke kendisine yer açarken, doğal olarak birtakım alternatiflerden yararlanıyor.

İkinci veri AKP'nin temsil ettiği sermaye kesimlerinin iç yapısını mümkün olduğunca korumaya çalışmasına dair. AKP, yaygın kanının aksine, sermayenin bir kesimini değil bütününü temsil ediyor. AKP'nin zaman zaman bazı sektörlerin lehine tercihler yapması diğerlerini gözden çıkardığı anlamına gelmiyor. Kriz boyunca atılan adımlar gösterdi ki, AKP hiçbir patronu üzmemek için elinden geleni yapıyor. İnşaatçılar kurtarılıyor, ama imalatçılara da göz kırpılıyor. Finans kesimi biraz sıkıştırılsa da, acil durumda devletin arka çıkılacağına dair işaretler veriliyor.

Bu süreçte patronların bazılarının kaybedeceği bir veri zaten. Kimisinin eleneceğini, iflas edeceğini ya da küçüleceğini, kimisinin ise krizle birlikte büyümeyi başaracağını herkes biliyor. Bu oyunun bir kuralı. Ancak AKP, sermayenin iç dengelerini mümkün olduğunca koruyacağına dair mesajı gayet güçlü veriyor. Tam da bu nedenle bir taraf kurtarılırken diğer taraf bağırmıyor... Bir gün kurtarılma sırasının onlara geleceğinin hepsi farkında çünkü.

Şu ana kadar büyük bir sorunla karşılaşılmamış olması, bu sürecin hep böyle yürüyeceği anlamına gelmiyor elbette... Krizin daha da derinleştiği koşullarda, bu mutabakat zeminin bozulması olasılığı da mevcut. Bu mutabakatın bozulmasının başka ciddi gelişmeleri tetiklemesi de...

Ancak şu ana kadar bu denli rahat hareket etmelerinin nedeni sermayenin kendi iç dengeleriyle veya AKP'nin sermayeyle ilişkisiyle ilgili değil. Asıl sebep tüm bu manevraları yaparken ihtiyaç duyulan kaynağın asıl sahibinin örgütsüzlüğü ve birkaç örnek dışında sessizliği.

Krizde sermayeyi rahatlatmak için atılan her adımın bedelini emekçiler ödüyor. Geniş halk kesimlerinden bir tepki gelmedikçe hem AKP, hem de patronlar bir sonraki adımın da atılabileceğine dair bir şüphe duymuyorlar. Bugün inşaatçılar halkın parasıyla kurtarılırken ses çıkmıyorsa, yarın bankalar kurtarılırken niye ses çıksın diye düşünüyorlar. İşsizlik fonu yağmalanırken sorun çıkmıyorsa, ücretler daha da düştüğünde sorun çıkmaz diye bakıyorlar.

İşte bu yüzden bugün sermayenin iç yapısına dairmiş gibi görünen problemler de aslında emekçilerin problemi. Emekçileri sorunun dışına çıkartan, meseleyi AKP ile sermayenin arasındaki ilişkiye indirgeyen ve bundan ibaret gören her türlü yaklaşım bütünüyle yanlış.

AKP ile sermaye sınıfı arasında bir problem çıkması emekçilerin bir müdahalesi olmaksızın bile her zaman bir olasılık evet ama emekçilerin Türkiye'de bu problemi baştan yaratacak güce sahip olduğu hiç unutulmasın. Üstelik ilkinde problemin çok büyük olasılıkla sermayenin çıkarlarına uygun bir şekilde çözüleceği neredeyse kesinken, ikincisinde düzen değişikliğine kadar her türlü olasılık ihtimal dahilinde.

Krizin maliyetini ödemeyi reddeden bir işçi sınıfı... Türkiye'de krizin ilerleyişinde tüm dengeleri bozacak asıl güç bu.