Palu ailesinin, İş Bankası'nın ve AKP'nin kökeni

Türkiye 2019 yılına Palu ailesinin maceralarını takip ederek, bu aileyi tartışarak girdi. Bir televizyon programı vesilesiyle tanınan ailenin AKP Türkiyesi'nin sosyal yapısına dair fikir verdiğine şüphe yoktu. Bu nedenle üzerine çokça yorum yapıldı. Bu yapılan yorumlar başka tartışmaların önünü açtı.

Yine, 2019 yılının başında Türkiye'nin en büyük bankalarından İş Bankası'na ait yayınevi aile kurumuyla ilgili yazılmış en iddialı kitaplardan birisini bastı.

Karl Marx'ın yoldaşı Friedrich Engels'e ait "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni" isimli çalışma Türkçe'de 1967 yılından bu yana Sol Yayınları başta olmak üzere çeşitli yayınevleri tarafından defalarca yayınlanmıştı. Ancak İş Bankası bir "klasik" olarak nitelediği eseri basmaktan çekinmedi.

Tarihsel bir değer atfediyorlardı belli ki. Yazarı Engels de, önemli bir entelektüel, kıymetli bir araştırmacı, en iyi haliyle 19. yüzyılda yaşamış ve o yüzyılda kalmış, o yüzyıla ait bir devrimciydi. Kitap ve kitapta Engels'in savunduğu düşünceler bugün olsa olsa akademik çalışmaların bir parçası olarak anlam kazanabilirdi. Bir finans ve sanayi tekelinin Engels'in kitabını basmasının başka bir anlamı olamazdı.

İş Bankası ve benzerlerinin yalnızca Engels'i değil genel olarak marksizmi sıkıştırmaya çalıştırdıkları yer açık. Şu anki siyasi gücünden bağımsız olarak işçi sınıfı nasıl kapitalizm için başat tehditse, işçi sınıfının devrimci ideolojisi olarak marksizm de bu düzen için en büyük tehlike olmayı sürdürüyor. Bu toplumsal düzen hep ciddiye aldığı böylesi bir tehditle uğraşmak için çok sayıda yolu aynı anda kullanıyor. Kapladığı yer, etkisi ve gücü nedeniyle çok isteseler de bir türlü yok sayamadıkları devrimci bir düşünsel sistemi, devrimciliğinden kopartıp siyasetten uzak akademik ve entelektüel bir zemine hapsetmeye çalışmak da bu yollardan bir tanesi.

Böylesi bir alanda marksizmin kendisi olmaktan çıkacağı, kendisi olmaktan çıktığı zaman da etkisini ve gücünü yitireceği ortada. Marksizm olmayan bir marksizmin yaşama şansı yok. Marksizmin, kendisine adres olarak gösterilen akademik dünyada tutunamaması da bunun ispatı.

Ancak nasıl işçi sınıfının etkisinin azaldığı siyaset sahnesi hızla gericileşiyorsa, marksizmin tasfiye edildiği bir düşünsel hayat da hızla kuruyor. Aslında her adımda siyasetle düşünce hayatı arasında kopartılamaz bir bağ olduğunu söyleyen marksizm doğrulanıyor.

İş Bankası'nın Engels bastığı ve marksizmi ehlileştirmeye niyetlendiği bir ülkede Palu ailesi ve AKP Türkiyesi arasındaki ilişkinin doğru bir şekilde kurulamaması bu nedenle çok doğal.

Ama İş Bankası, AKP ve Palu ailesi arasında bir bağ var ve Engels'in eseri de bunu anlatıyor.

Engels'in kitabı bugünü anlamaya çalışırken eşsiz bir yöntem sunarken, toplumsal yaşantının sembolü olarak Palu ailesi, iktidar aygıtının başındaki AKP ve mülkiyet ilişkilerini temsilen İş Bankası'nın birbirine nasıl bağlandığını çözümlemenin bir yolunu sunuyordu. Basitleştirerek ifade edilirse, toplumsal yapıyı ve kurumları, devlet aygıtını ve siyasi iktidarı incelerken bunların o toplumdaki mülkiyet ilişkilerinden, bir sınıfın diğeri üzerinde kurduğu sömürü ilişkisinden bağımsız ele alınamayacağını söylüyordu.

O halde, Palu ailesinin çürümüşlüğünü anlamak için AKP gericiliğine bakmak gerekli ama yeterli değildi. Ailenin iç ilişkilerinde de para ve mülkiyet tutkusu belirgindi. Kendisinin dinsel marifetlerle donandığını iddia eden bir şarlatan, ailenin varlıklarına da el koymuştu. Aile bu bağlamda dinle mülkiyet ilişkileri arasındaki bağlantının küçük bir örneğiydi.

Daha geniş bağlamda ise toplumu karanlığa mahkum edip felakete sürükleyen bu gericiliği yaratan sömürü ilişkilerini ve ülkeye yön veren tekelleri görmeden çizilen bir Türkiye tablosu eksik kalmaya mahkumdu. Engels'in kitabını basmaktan utanmayan İş Bankası, kitabın bize anlattığı gibi, Palu ailesi vakasında yalnızca bir örneğini gördüğümüz bu toplumsal rezaletten diğer aktörler kadar sorumluydu. İnsanlığı ve Türkiye'yi piyasa ve mülkiyet ilişkileri çürütüyordu. Örneğin İslamcı gericilik bu çürümeyi hızlandırsa da aslında sürecin sebebi değil sonucuydu.

Engels eserinde burada da durmuyor, üretim ve mülkiyet ilişkisini merkeze koyarak tarif ettiği yapı içinde sınıfların birbiriyle girdiği mücadelenin insanlığı ilerlettiğini, bu ilerlemeye insanın yön verebileceğini ve bu ilerlemenin insanın bilinçli müdahalesiyle komünizmin kuruluşuyla sonuçlanabileceğini belirtiyordu.

Tarihin ilerlemesi komünizmin en ileri nokta olmasından hareketle tasnif edilebilirdi. O zaman, cumhuriyetin kuruluşu ve Türkiye burjuva devrimi, bu ilerleyişin içinde bir anlam kazanıyordu. 1923 Cumhuriyetinin değerleri bu ülkenin daha ileri sıçraması için bir zemin sunduğu ölçüde manalıydı.

Palu ailesini yaratan AKP gericiliğine ya da bu aileyi ortaya çıkartan tabloyu fırsat bilerek lerleme düşmanlığı yapanlara karşı 1923 Cumhuriyetini savunmak elbette önemliydi. Ama bir şartla... Orada durmak, ya da oraya geri dönmek için değil, Türkiye'yi daha ileri götürecek, Engels basan İş Bankası'nın temsil ettiği mülkiyet ilişkilerini tasfiye eden bir düzen için mücadele etmek kaydıyla.

Dolayısıyla Palu ailesinden tiksinip AKP'ye kızarken, ya da cumhuriyet düşmanı liberallere, post modern safsatalarla ilerleme düşmanlığı yapan akademisyenlere köpürürken, her dönemde herkese şirin görünmeyi başaran İş Bankası veya Koç grubu gibi tekellere sempatiyle bakmakta büyük bir sorun var. Sonuncular da bugün ilerlemeye ve cumhuriyete aynı şekilde düşmanlar çünkü.

Engels kitabında öyle dediği için değil, tarih boyunca defalarca somut olarak buna tanık olduğumuz, bu düşmanlıklarını göstermek adına hiçbir fırsatı kaçırmadıkları için...