Orta sınıfın gizli çekiciliği

Üretim sürecinde neredeyse önemsiz denebilecek bir yer tutan ve toplumsal yaygınlık açısından oldukça dar bir kesimin düzenin işleyişi açısından bu denli mühim bir işlev üstlenmesini orta sınıfın fikirler dünyasındaki gücüyle açıklamak lazım.

Orta sınıf bugünün kapitalizmi için her açıdan çekici ve herkese hitap eden bir kavram. İşçi sınıfının bir parçası olmanın hiçbir cazibesi yokken orta sınıfların mensubu olmak tersine bayağı ilgi çekici. İlgi çektikçe nesnel konumundan bağımsız olarak insanları düşünsel düzlemde kendisine bağlayarak  genişleyen ve etkisini artıran bir sınıf... Neden peki? Orta sınıfın, bırakalım ücretli bir hekim ya da mühendisi, geliri ve koşulları sınıfın pek çok kesiminden daha iyi olan bir metal işçisini dahi etkisi altına alabilecek cazibesi nereden kaynaklanıyor?

Bu cazibe ve ideolojik güç kendiliğinden bir olgu değil. Geleneksel bir orta sınıf kategorisi olarak küçük burjuvazi kapitalizmin doğal gelişiminden kaynaklı dinamikler nedeniyle fikirler dünyasında bu denli güç kazanıp geniş kesimleri etkilemeye başlamadı. Küçük burjuvazinin üretim sürecindeki konumu gittikçe kritik bir hal almadı veya bu sınıf kendi düşünsel ve siyasi üretimini sınıflar mücadelesinde tuttuğu yer gereği artırmak zorunda kalmadı.

Aslında tam tersi oldu ve öngörülen ne varsa gerçekleşti. Üretim süreci açısından küçük burjuvazi gittikçe önemsizleşti, tekelleşmeyle birlikte burjuvazinin güçlenmesine acımasız bir işçileşme eşlik etti ve sınıf toplumsal olarak daraldı, gelir dağılımı patronların lehine bozuldukça büyüğüyle küçüğü arasındaki makas açıldı. Dahası, bu gelişmelerin sonucunda yüzyıl önce bazı örneklerde siyasi alanda doğrudan temsil edilen küçük burjuvazinin böyle bir şansı da kalmadı.

Bu toplumsal katman yok  olacaktı ve başka bir gözle bakıldığında belki de yok oldu. Ama kapitalizmin işçilerle patronlar arasına yerleşen böyle bir ara sınıf olmaksızın kendisini yeniden üretmesi imkansızdı. Çünkü zenginleşip gücü arttıkça toplumdan da uzaklaşan patronların hayatları geniş emekçi kesimler için hayallerin dahi ötesindeydi. İnsanoğlu doğasına dair tüm iddialarına karşın gerçekçi bir yaratıktı ve ulaşılabilir ya da ulaşılabilir görünen hedefler olmaksızın bu düzenin içinde tutulamazdı. Kapitalizm patronlar vesilesiyle kendisini yeniden üretemezdi.

Geleneksel küçük burjuvazinin bıraktığı boşlukta bugünkü orta sınıflar olgusunu yaratan budur. Kapitalizm bugün orta sınıfların yaşam tarzına eşitlenmiştir. Herkesin uçuk kaçık hayalleri olabilir ama bunlar belirleyici değildir. Düzen uçları değil ortalamayı veri alır ve insanları bu ortalamaya göre dağıtır. Herkesin gözü de bu ortalamanın üzerindedir. Düzgün çalışma koşullarında düzenli bir gelir, erişilebilir sağlık ve eğitim hizmetleri, yaşanabilecek bir ev, eğlenceye ve tatile ayrılabilecek makul miktarda para... Toplumun geniş bir kesimi bunlardan mahrum olsa ve asıl ortalama bunun oldukça altında kalsa da yaşam standartlarının ortalaması olarak bunlar sunulur. İnsanlara bunlara ulaşılabilecekleri, bunlar için çalışmaları ve bu düzene bağlı kalarak düzenin kurallarına uymaları söylenir. Orta sınıf kimliği böyle tanımlanır ve bu açıdan hiçbir cazibesi olmayan işçi kimliğinin terk edilip orta sınıfların çekiciliğine kapılınan an burasıdır.

Artık bu noktada bir emekçiye ama sen de işçisin demenin anlamı yoktur. Ancak bu kritik aşamada işçi kimliğinin orta sınıfın karşısında cazibesini artırmak için üç husus belirginleşir. Birincisi; perde gerisindeki düzenin asıl sahipleri olan patronlara karşı düşmanlığı yeniden üretmek zorunludur. İkincisi; işçi sınıfının maddi talepleri ile sosyalizmin onlara sağlayacağı olanaklar arasında insan doğasına dair üretilen tüm yalanlara karşın bir mesafe bulunmamaktadır. Lakin üçüncüsü; düzenin bu taleplerin ulaşılabilir olduğu söylemine karşın yalnızca bu düzlemde üretilen ve siyasi ve idelojik açıdan bırakılan diğer boşlukları ihmal eden bir stratejinin hiçbir şansı yoktur.