Muhalefet de ülkeyi krizden çıkaramaz

Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz nedeniyle yarın AKP devrilse ve başka bir parti iktidara gelse ne olur? Mesela ana muhalefet partisi bu krizin çözümüne dair ne öneriyor? Yazılan çizilenlere bakılırsa, sosyal demokrasi bu buhrandan kurtulmamız için güven ve barış ortamının tesis edilmesi gerektiğini söylüyor.

Detaylar tam belli olmasa da anlaşılan o ki Batıyla daha yakın ilişkiler kurulacak, ülkede toplumsal gerilimler azaltılacak, otoriter uygulamalara son verilecek... Bunlarla birlikte ne sağlanacak? Türkiye tekrar yabancı sermaye için bir yatırım alanı olacak, ülkeye para girişi başlayacak.

Bununla paralel içeride çalışma hayatında neler taahhüt ediliyor? Örneğin, CHP'nin en solundan konuşan eski sözcünün önerisine göre, rantçı patronlar ile üretici patronlar birbirinden ayrıştırılacak, ikincisine verilen destek ve patron ile işçinin verimli birlikteliği sayesinde üretim artacak, ekonomi canlanacak. İşçi yine patron için çalışmaya devam edecek, ama bu koşullara ikna edilmesi için daha yumuşak yöntemler kullanılacak. 

Mümkün olan en sade şekliyle tarif edilirse, sosyal demokrasi dışarıya güven vererek bir para girişi sağlamayı, içeride ise patronlara destek olduğu koşullarda patron ile işçiyi barıştırarak emek sürecini düzenlemeyi hedefliyor.

Peki ama muhalefetin önerisi böyleyken bugün iktidardaki AKP ne yapmaya çalışıyor?

O da farklı yöntemlerle dışarıdan para bulmaya çalışıyor. ABD ve Almanya'da seri temaslarda bulunuyor, sermaye çevreleriyle toplantı üstüne toplantı yapıyor. İçeride ise borç yükü olan şirket ve bankaları kurtarmak için planlar yapıyor. Bu kaynağın da emekçilerin gelirlerinden sağlanması için hazırlıklar yürütüyor.

Fark var mı? Gidiş yolu açısından bir farklılık görünse de, uygulamanın özü açısından bir ayrım görünmüyor.

Her ikisi de dışarıdan para ve sermaye girişine, daha başka bir ifadeyle uluslararası sermayenin desteğine muhtaç. Yine her ikisi de, ekonominin asıl üretken kesimi olarak patronları gördüğü için, belki farklı, belki aynı yöntemlerle patronlara kaynak aktarıyor ve geniş çalışan kesimleri ya zorla ya da başka ikna yöntemleriyle yeni koşullara uyum sağlamaya zorluyor.

İktidarın ve muhalefet partilerinin iktisadi programları arasındaki ayrımlar elbette tamamen önemsiz değil, bu gidiş yollarının farklılığının ülke siyaseti açısından taşıdığı bir anlam var. Üstelik, muhalefetin bu tabloyu yaratanın kendisi olmadığına dair itirazı da belli ölçülerde bir haklılık payı taşıyor.

Ancak krizden çıkış için önerilenlerin özünün aynı olması, Türkiye'yi buraya getiren iktisadi politikalarda da öz olarak farklılaşmanın zor, hatta imkansız olduğunu ispatlıyor.

Çözümü dışa bağımlılık zincirini koparmakta değil, bu zincirin hakim tarafına şirin görünüp daha çok ve ucuza para koparmakta arayan bir zihniyetin geçmişte iktidar olsa da iktidarı sırasında Türkiye'yi krize sürükleyen bu bağımlılığa alternatif üreteceğini düşünmek için bir neden yok. CHP veya HDP gibi partilerin programlarında NATO veya AB gibi başlıklara veya yabancı sermayeye yaklaşımları da bunun göstergesi.

ABD'nin NATO'suna evet diyenlerin veya bölgedeki ABD müdahalesini meşru görenlerin ABD'li kuruluş McKinsey'e, Avrupa Birliği'ni bir hedef olarak saptayanların ya da AB'den demokrasi ve hukuk bekleyenlerin IMF'ye karşı çıkmalarında açık bir tutarsızlık var. İktidara gelir gelmez koşa koşa aynı kentlere gidecek insanların, New York'ta veya Berlin'de kendisine destek arayan Erdoğan'ı eleştirmeye hakları yok.

Yine muhalefet partilerinin krize çözüm olarak işçilerin patronlarla el ele çalışmayı önermesi, onların iktidarında da ekonomik gelişme ve büyümenin yalnızca patronlara yaradığı AKP'li yılların farklı şekillerde tekrar edeceğinin açık kanıtı.

Muhalefet AKP gibi çalmayacağını iddia ediyor olabilir. Bunda bir haklılık payı da vardır belki. Ancak ekonominin asıl üretken kesimi olarak patronları ve sermayeyi görmeleri ve dolayısıyla hiç durmaksızın süren emek hırsızlığına ses çıkarmamaları onları bu düzenin bir parçası yapıyor. Hükümetin açıkladığı yeni ekonomik politikayı bir tür IMF programı olarak görenler, tek bir doğruymuş gibi anlatılan destekleme ve kurtarma programlarına dahil olan patronların adil ve iktisadi koşullara göre seçilmesi gerektiğinden daha fazlasını söylemeliler. Ülke ekonomisini üretim ağırlıklı bir dönüşüme tabi tutacaklarını iddia edenler bu dönüşümü patronlarla birlikte yapacaklarını vurgularken, bu işi yapabilseler dahi, bizlerin emeği pahasına yapacaklarını itiraf ediyorlar. 

Kimse AKP'nin bu ülkeyi krizden çıkaracağına inanmıyor değil mi? Güzel... Ama o halde bu kafa da ülkeyi krizden çıkaramaz. Bu zihniyet temelde Türkiye'yi derin bir krize sürükleyen AKP zihniyetinden farklı değil.

Kriz, her şeyi, ama her şeyi en başından düşünmek için bir fırsat olmalı. Sosyal demokrasi doğası, yapısı, genetiği ve tarihi nedeniyle dünyada da Türkiye'de de bunu yapamaz. İşte bunu yapabilene biz sol diyoruz.