Krizi fırsata çevirenler

Türkiye'de yaşanan ekonomik krizin nedenleri konusunda herkes mutabık olmasa da, bu krizin bir tür fırsata dönüştürülebileceği hakkında düzenin tüm tarafları hemfikir görünüyor. Kriz sözcüğünün kullanımından dahi rahatsız olan, kelimeyi sözlüklerden çıkarmak için yanıp tutuşan Erdoğan dahi, adını koymasa da Türkiye ekonomisinin içinde olduğu durumun bir tür olanağa çevrilmesi gerektiği konusunda net...

Patronlar, bankacılar, düzen siyasetçileri ve elbette uluslararası sermaye çevreleri fırsatın varlığı konusunda uzlaşsalar da fırsatın tam olarak nasıl somutlanacağı hakkında anlaşmış görünmüyorlar. Anlaşmanın da anlaşmazlığın da sınıfsal bir açıklaması var. Anlaşma karşı sınıfa, yani emekçilere dair takınılacak tavırla ilgili, anlaşmazlık ise kendi sınıflarının iç dengelerine dair...

Aslında ortada bu düzene dair yeni hiçbir şey yok ve işin abecesini hatırlamanın tam vakti. Yalnızca emeğin değer yaratabileceği gerçeğiyle söze başlamadan kriz hakkında kurulacak cümleler yanıltıcı olmaya mahkum. Dünyadaki tüm mal ve hizmetler emekle üretiliyor ve bu düzende sermaye ve servetin birikimi ancak bu emeğin karşılığının ödenmemesiyle gerçekleşebiliyor. Kriz, kendisini döviz kurunun artması, borçlarının ödenmemesi, seri iflasların gerçekleşmesi, finansal piyasaların çökmesi şeklinde gösterebiliyor.

Bu birikim sürecinin herhangi bir noktasında aksaklık olduğu zaman da, zorunlu olarak birikimin asıl kaynağına geri dönülüyor. Dünyada ve Türkiye'de, ekonomik bir açığı kapatmak, hepimizin aldığı ücrete göz dikmeden mümkün değil.

Kriz çalışan geniş kesimlere dönük bir saldırıyla devam etmek zorunda ve fırsat dedikleri de aslında tam olarak bu.

Neler olacak peki? Türk Lirasının değersizleşmesiyle dünya ölçeğinde ucuzlayan emek farklı mekanizmalarla daha da ucuzlatılacak. Örneğin, ücretler dondurulacak veya enflasyon oranının altında artırılacak ya da uygun koşullar bulunursa azaltılacak. Çalışma saatleri uzayacak ve koşullar daha da ağırlaşacak. Ücretlerin gerilemesi ve hayatın pahalılaşmasıyla birlikte emekçiler zorunlu olarak ağır bir şekilde borçlanacak. Tüm bunlara paralel olarak işsizlik de artacağı için koşullardan ve maaştan bağımsız bir işi olan herkes buna şükreder hale gelecek.

Biz çalışanlar açısından son derece karanlık görünen bu tabloya dair düzen cephesinde bir anlaşmazlık yok. Fırsat olarak görülen de tam olarak bu zaten.

Peki tartışılan ne o zaman?

Her kriz sermayenin iç yapılanmasına dair değişim sürecini hızlandırır. Bu değişim yalnızca kriz zamanlarında yaşanmaz elbette. Örneğin tekelleşme eğilimi veya sermayenin el değiştirmesi kapitalizmin olağan işleyişi içinde de gözlenebilir. Ancak krizler daha geniş ölçekte bir yeniden yapılanma için de fırsatlar sunar. Bugün Türkiye'de, iktidar, yerli sermaye ve uluslararası tekeller üçgeninde tartışılan bu işte. Hangi sektörde kimlerin devlet eliyle kurtarılacağı ve yine kimlerin nasıl destekleneceğinin karara bağlanması sermayenin iç dengeleri ve Türkiye'deki düzenin geleceği açısından önemli elbette. Devrimci bir muhalif programın hazırlanması için de bunların takibi gerekli. Ancak yine tek bir şartla; sermayenin iç dengelerine dair alınan kararların uygulanmasının tek koşulunun emekçilerin hakkına el konulması olduğunu hep akılda tutarak...

AKP'nin elinde tuttuğu siyasi iktidar, kriz koşullarında bir kaynağı nasıl paylaştıracağını ve kimlere nasıl destek olacağını tartışıyor bugün. Ama o kaynağın bizim emeğimizle oluştuğunu ve hep de bizim emeğimizle oluşacağını kimse hatırlamak istemiyor. Patronlar veya bankalar kurtarılıyorsa bizim ürettiğimiz mal ve hizmetlerle kurtarılıyor. Borçlar çevriliyorsa aslında bizim maaşlarımıza el konarak çevriliyor.

Bu programa ve genel olarak krizden çıkış mekanizmalarına dair üretilen her düşünce, yapılan her öneri, doğal olarak bizim yarattığımız değerin nasıl paylaşılacağıyla ilgili bir yorum olmaya mahkum. Dolayısıyla bu düzenin sınırları içinde kalarak, krizden, emekçiler lehine, bizim adımıza bir çıkış yolu önermek mümkün değil.

Dövizle, faizle, bankacılıkla, kurtarma programlarıyla ilgili düzeltme önerileri yapmak bizim işimiz olamaz.

Ürettiğimiz değerin nasıl paylaşılacağına ya da bu değere nasıl daha fazla el konulacağına dair fikir geliştirmek bu krizi tam da iktidarın istediği gibi bir fırsata çevirmeye hizmet eder. Bunu engellemenin yolu ise belli: Ürettiğimiz her şeye sahip çıkmayı, üretim sürecine emekçilerin baştan sona el koymasını, adlı adınca düzen dışı çözümleri tekrar halk nezdinde tartışılır hale getirmenin bir yolunu bulmak...